EGES EĞİTİM
 

DÜNYA BÜYÜKLERİ

TÜRK BÜYÜKLERİ

DÜNYA BÜYÜKLERİ

Atatürk'ün kişiliği

Mustafa Kemal Atatürk

Albert Einstein

EGES EĞİTİM GEREÇLERİ

dönen yıldızeges logodönen yıldız

Anasayfa

ÜRÜNLERİMİZ
ÇELİK SERAMİK MANYETİK EMAYE YAZI TAHTALARI VE SİSTEMLERİ

yazı tahtası duvara monte beyaz emaye manyetik çelik seramik tahta

yazı tahtası yeşil duvara monte çelik emaye manyetik çelik seramik tahta

yazı tahtası manyetik duvara monte mavi çelik seramik emaye yazı tahta

yazı tahtası düşey (aşağı-yukarı) hareketli çelik seramik (emaye) manyetik (beyaz,yeşil,mavi) tahtaları

yazı tahtası kombine çelik seramik hareketli (beyaz-yeşil-mavi) tahtalar

yazı tahtası mobil Hareketli çelik seramik (beyaz-yeşil-mavi) manyetik

yazı tahtası beyaz teleskopik ayaklı çelik seramik emaye yazı tahtaları

EKONOMİK LAMİNAT YÜZEYLİ YAZI TAHTASI ve SİSTEMLERİ

yazı tahtası beyaz Laminat duvara monte alüminyum çerçeveli tahta

yazı tahtası yeşil Laminat duvara monte alüminyum çerçeveli tahtalar

yazı tahtası Laminat mobil hareketli tekerlekli alüminyum çerçeveli tahta

Laminat yazı tahtası ve Flip-chart teleskopik üç ayaklı seyyar tahta

MANTAR PANO VE SİSTEMLERİ

mantar pano duvara monte naturel alüminyum çerçeveli panolar

mantar panolar Teleskobik ayaklı naturel,kumaş kaplı Mantar Pano
mantar panolar mobil hareketli

mantar pano pencereli naturel pano

DİSPLAY POSTER AFİŞ STANTLARI

poster stantlar ayaklı açılır kapanır poster resim afiş ilan panoları stant

Duvara askılı açılır kapanır ilan afiş resim poster panosu ayaklı pano

OKUL SIRALARI Lise İlköğretim

okul sırası tek kişilik sıralar

okul sırası çift kişilik sıra sandalye

Öğretmen masası kürsüsü

Çizim masası ekonomik standart

Okul sınıf dolapları sandalyeleri

Konferans sandalyesi kolçaklı

LABORATUVAR MALZEMELERİ

Laboratuvar malzemeleri İlköğretim okul fen sosyal araçları gereçleri

Fizik Laboratuvar malzemeleri lise

kimya Laboratuvar malzemeleri Lise

biyoloji laboratuvar malzemeleri Lise

A dan Z ye eğitim gereçleri

HARİTALAR Türkiye - Dünya - Tarih

Dünya coğrafya haritası çıtalı harita

Türkiye coğrafya haritaları (çıtalı)

Tarih haritası çıtalı tarih haritaları

A dan Z ye Haritalar -dünya küre fiziki

PROJEKSİYON SUNUM CİHAZLARI

Projeksiyon sunum cihazı projektör

Tepegöz-episkop-epidiaskop cihazı

Projeksiyon perdesi ayaklı motorlu

Projeksiyon sehpaları aksesuarları

BÜRO VE OFİS MAKİNALARI
Brother fax cihazları - lazer printer
Brother lazer yazıcı ve tarayıcı
Sagem Faks Lazer fax Fotokopi
UTAX dijital fotokopi makinaları
MATEMATİK ARAÇLARI TAKIMLARI

İlköğretim matematik ders araçları

Lise matematik ders araçları

Geometri takımları ders araçları

Geometri cisimleri ders araçları

AKSESUARLAR Eğitim Araçları

ithal Tebeşir Robercolor-dyes
tebeşir kalemi,tebeşir tutacağı

Lateks manyetik silgi mıknatıslı

Tepegöz ve projeksiyon ampülleri

Milli Levhalar - Atatürk Posteri İstiklal Marşı - Gençliğe Hitabe - çerçeveli

Sümen takımı karizma-prestij-klas ahşap ve deri sümen takımları seti

Ressam sehpası şövale (easel)

HİZMETLERİMİZ

Ücretsiz hizmetlerimiz

GENEL FİYAT LİSTESİ

REFERANSLARIMIZ
Referanslarımızın bir kısmı
e-mail
EGES EĞİTİM GEREÇLERİ
Bu site Eges Eğitim Gereçleri san.ve Tic. Ltd. Şti.ne ait olup, yine onun tarafından T.C. Yasalarına uygun olarak işletilmektedir ve içerdiği malzemeler uluslararası telif hakları ve kanunlar tarafından korunmaktadır. Kod ve yazılım da dahil olmak üzere, yayınlanan animasyon, fotoğraf, grafik, makale, yazı ve dokümanlar izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz, yayınlanamaz.
EGES EĞİTİM GEREÇLERİ
Mustafa Kemal atatürk - Türk Büyükleri - Dünya Büyükleri Sonsuza Kadar Dalgalan

İLETİŞİM

 

 

 

Ey büyük Ata'm,

   Türk gençliği olarak hürriyetin, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyetin ve İnkılâplarının yılmaz bekçileriyiz.

   Her zaman, her yerde, her durumda, Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için; bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir, kendimizi Büyük Türk Milletine adarız.

 
 

Türk Gençliği

 

ATATÜRK

"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir."

Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyeceksin hiç kimseyi aldatmayacaksın ; memleket için idealin ne ise onu görecek,hedefe yürüyeceksin.

 

Herkes senin için aleyhinde bulunacaktır ; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır ; önüne sonsuz engeller yığacaklardır,fakat sen bunlara dayanıklı olacaksın. Kendini büyük değil,küçük zayıf,vasıtasız,hiç kabul ederek,kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak,bu engelleri aşacaksın.

 

Bundan sonra da sana 'büyüksün' derlerse söyleyenlere güleceksin...

Mustafa Kemal ATATÜRK

 

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Atatürk Posterleri özel ebatlarda

Milli Levhalar

İstiklal Marşı - Gençliğe Hitabe

 

ATATÜRK'ÜN KİŞİLİĞİ VE ÖZELLİKLERİ

Mustafa Kemal Atatürk, çok yönlü ve üstün kişiliği olan bir liderdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması'yla ortaya çıkan tehlikeli durumu ilk olarak görüp milletin dikkatini çeken odur. Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi'nde, vatanın bütünlüğünün ve milletin istiklâlinin tehlikede olduğunu söyledi. Erzurum Kongresi'nde, millî sınırlar içinde vatanın parçalanmaz bir bütün olduğunu bütün dünyaya ilân etti. Kurtuluş Savaşı'nı bunun için başlattı. Bu konuda hiçbir taviz vermedi. Vatan savunmasını her şeyin üzerinde tuttu. Sakarya Savaşı sırasında "Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz" diyerek bu konudaki kararlılığını gösterdi. Vatanı için her şeyini feda etmeye hazır olduğunu şu sözü ile açıkça ifade etmiştir: "Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaiyiz. Fakat sen Türk Milleti'ni ebedî hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın."

   Mustafa Kemal, vatanı ve milleti için canını feda etmekten kaçınmazdı. Daha Çanakkale savaşları sırasında Anafartalar grubu komutanı iken en ön safta savaştı. Bu savaş sırasında Atatürk'e bir şarapnel parçası isabet etmiş, fakat sağ cebinde bulunan saati kendisini ölümden kurtarmıştı. Sakarya Savaşı sırasında ise atından düşmüş ve kaburga kemikleri kırılmıştı. Buna rağmen cepheden ayrılmamış, savaşı sedye üzerinden yönetmişti.

   Mensubu olduğu Türk Milleti'ni sonsuz bir aşkla seven Mustafa Kemal Atatürk, milleti için her türlü zorluğa katlanmış ve kendini ona adamıştır. Onun "Ben, gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim" sözü, milletini ne kadar çok sevdiğini göstermektedir.
Mustafa Kemal Atatürk, idealist bir liderdi. Onun idealizmi, yüksek vasıf ve kabiliyetlerine inandığı milletinin sonsuz hürriyet ve bağımsızlık aşkından kaynaklanıyordu. Mustafa Kemal'in en büyük ülkülerinden birisi de millî birlik ve beraberlik içerisinde vatanın bölünmez bütünlüğünü sonsuza dek yaşatmaktı.

   Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük ideali, millî sınırlarımız içinde millî birlik duygusuyla kenetlenmiş uygar bir toplum oluşturmaktı. Vatanı kurtaran, hür ve bağımsız Türkiye idealini gerçekleştiren Mustafa Kemal, yeni Türkiye'yi modernleştirmek amacı ile çağdaş medeniyet idealine yöneltmiştir.

   Atatürk'ün en büyük ideallerinden birisi de milletler arasında kardeşçe bir insanlık hayatı meydana getirmekti. İdeallerini gerçekleştirmek için çok çaba harcadı. Bu çabalarına örnek olarak 1934'te imzalanan Balkan Antantı, 1937'de imzalanan Sâdâbat Paktı gösterilebilir.
Atatürk'ün inkılâpçılığı, akıl ve mantığın toplumsal gelişmeye egemen kılınması esasına dayanır. Onun şu sözü akıl ve mantığa verdiği değeri en güzel şekilde ifade eder: "Bizim akıl, mantık ve zekâ ile hareket etmek en büyük özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidir".
Mustafa Kemal'in olaylara yaklaşımı hep mantıklı ve gerçekçi olmuştur. Milletine hep hakikatleri söylemiş ve bunu tavsiye etmiştir. "Milleti aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz" sözü çok anlamlıdır. O, akıl ve bilime çok önem verirdi. Gerçeğe akıl ve bilim yoluyla ulaşılacağına inanan Atatürk, "Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir" sözü ile bunu en güzel şekilde açıklamıştır.

   Mustafa Kemal, yaratıcı düşünceye sahip bir liderdi. Türk Milleti'ni Kurtuluş Savaşı'na hazırlarken düşmanı yurttan atmak için savaşmak gerektiğine halkını inandırmakla işe başladı. Yapacağı işlerin plânını en ince ayrıntılarına kadar tespit edip bunları uygulamak için değişik yöntemler denedi. Sakarya Savaşı öncesinde, ülkenin kaynaklarından en verimli şekilde yararlanılmasını sağlayarak ordumuzun ihtiyaçlarını karşıladı.

   Atatürk, bütün inkılâplarını gerçekleştirmeden önce, kamuoyunu hazırlamaya, millete inkılâpların gerekliliğini anlatmaya büyük bir özen göstermiştir. Ona göre: "Milleti hazırlamadan inkılâplar yapılamaz". Atatürk, yurt gezilerinde halkla konuşmalar yaparak bunu gerçekleştirmiştir.
Gerek Kurtuluş Savaşı'mızın başarıyla sonuçlanması, gerek gerçekleştirilen inkılâplarla, Türkiye'nin çağdaşlaştırılması onun dehasının bir eseridir.
Başarılı olmanın sırlarından birisi de sabır ve disiplindir. Mustafa Kemal Atatürk, her engeli sabır ve disiplin ile aşıp Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştıran bir liderdir.

   O, meseleler karşısında önce düşünür, gerekli araştırmayı yapar, tartışır, kararını ondan sonra verirdi. Verdiği kararı uygulamaya koyarken uygun zamanı beklerdi. Zamanlamaya çok önem verirdi.
Samsun'a çıkmadan çok önce, millet egemenliğine dayanan bağımsız yeni bir Türk devleti kurmayı düşünmüştü. Bu fikrini, o zaman açıklamadı. Samsun'a çıktıktan bir süre sonra vatanın kurtuluşu ile ilgili fikirlerini uygulamaya başladı. Kongreler topladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman, saltanatı kaldırıp cumhuriyet yönetimini kurmayı düşünüyordu. Fakat mecliste saltanat yanlıları olduğundan zamanlamayı uygun görmemişti. Ancak Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştıktan sonra açılan ikinci meclis döneminde Atatürk'ün önderliğinde saltanat kaldırılıp cumhuriyet ilân edilmiştir.

   Atatürk, Millî Mücadele'nin kazanılmasından sonra yaptığı inkılâpları çok önceden plânlamıştı. Ancak, bunları uygulayacak ortam sağlanıncaya kadar büyük bir sabırla bekledi ve tam bir disiplin ile düşündüklerini gerçekleştirmeyi başardı.

   Mustafa Kemal Atatürk, daha Birinci Dünya Savaşı devam ederken Osmanlı Devleti'nin hızla felâkete doğru sürüklendiğini görüp çareler aramaya başlamıştır. Ülkemizin içinde bulunduğu durumu en doğru şekilde tespit etmiş ve ilerisi için en doğru kararları almıştır.

   Atatürk, ileri görüşlü bir devlet adamıdır. Atatürk'ün 1932'de Amerikalı General Mc. Arthur'la yaptığı bir konuşma, bunu en iyi şekilde ortaya koymaktadır. Atatürk bu konuşmasında; Avrupa'da Almanya'nın Versailles Antlaşması'nı ortadan kaldırmaya çalışacağını söylemiştir. Avrupa'da savaş çıkarsa, bundan Bolşevikler'in yararlanacağını; Sovyet Rusya'nın yalnız Avrupa'yı değil, Asya'yı da tehdit eden başlıca kuvvet hâlini alacağını belirterek, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki gelişmeleri önceden görebilmiştir.

   Atatürk'ün gençlere söylediği "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır" sözü, onun ileri görüşlü bir lider olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

   Mustafa Kemal Atatürk, doğru bildiği şeyleri açıkça söylemekten çekinmezdi. Şu sözleri bunun en güzel örneğidir: "Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumu olmayan bir sırrı kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim".
Büyük adamları ancak büyük milletler yetiştirir. Toplumların büyük adamlara ihtiyacı en çok bunalımlı dönemlerde ortaya çıkar. Toplumları, bunalımlı dönemlerden ancak büyük liderler kurtarır. Mustafa Kemal Paşa, bu özellikleri taşıyan çok yönlü bir liderdir. O, Millî Mücadele'nin önderi, Türk inkılâbının hazırlayıcısıdır. Ayrıca birleştirici ve toplayıcı bir lider, büyük bir asker ve teşkilâtçı bir devlet adamıdır. Bütün bu yönleriyle çağa damgasını vuran bir dâhidir.

   Atatürk, eğitimi sosyal ve kültürel kalkınmanın en etkili araçlardan biri olarak görmüştür. Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra yeni devletin varlığını sürdürebilmesi için çağdaş eğitim metotlarıyla yetiştirilecek bir nesle ihtiyaç vardı. Bu sebeple eğitim konusuna büyük bir önem verdi. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra kendisine sorulan "işte memleketi kurtardınız, şimdi ne yapmak istersiniz?" sorusuna Atatürk: "Maarif vekili olarak millî irfanı yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir" cevabını verir.
Türk Milleti'nin aydınlık yarınları için elinde tebeşir, kara tahta başına geçerek Türk Milleti'ne okuma-yazma öğreten Atatürk, milleti tarafından başöğretmenliğe lâyık görüldü. O, maarif vekili olmadı ama modern bir eğitim politikasının esaslarını belirleyip eğitim alanında büyük inkılâplar yaptı. Öğretim programlarının hazırlanmasıyla ilgili komisyonları yönetti, ders kitabı yazdı, kürsüye çıkıp ders verdi. Milletin eğiticisi oldu. Atatürk, eğitimin toplumun ihtiyaçlarına cevap vermesi ve çağın gereklerine uygun olması gerektiğini belirtmiştir.

   Atatürk, Türk milletinin manevî ihtiyaçlarının da karşılanması gerektiğini biliyor ve bu nedenle kültürel kalkınmaya büyük önem veriyordu.
Atatürk, Türk kültür ve sanatını dünyaya tanıtmak için çok çalıştı. Bu konuda araştırmalar yapılmasını, sergiler açılmasını ve kültürle ilgili kongreler düzenlenmesini teşvik etti. Sanat ve sanatçılar hakkında takdir ve teşvik edici sözler söyledi. Bunlardan bazıları:
"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."
"Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat bir sanatkâr olamazsınız." '''
"Bir millet, sanat ve sanatkârdan mahrum ise tam bir hayata malik olamaz."
Atatürk, sanatçı yetiştiren kurumlar açtı. Çağdaş Türk sanatını geliştirmek amacıyla Avrupa'ya resim, heykel ve müzik öğrenimi için gençler gönderdi. Bu durum, onun sanata ve sanatçıya ne kadar önem verdiğini gösterir.
İyi bir yönetici, milletinin huzur ve saadetini sağlamak için çalışır. Mustafa Kemal Atatürk, bütün hayatı boyunca bunu yapmaya çalıştı. Milleti için çalışmayı bir görev saydı. "Millete efendilik yoktur. Hadimlik vardır. Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur" sözü ile yöneticilerde bulunması gereken özelliği belirtmiştir. Mustafa Kemal, hayatı boyunca Türk devletinin ve milletinin çıkarlarım kendi çıkarlarının üstünde tutan, ender devlet adamlarından birisidir. Savaştaki kahramanlığı kadar, devlet kurup yönetmedeki ustalığı, ileri görüşlülüğü ve barışseverliği ile Atatürk, tarihte eşine az rastlanan bir yöneticidir.

   Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra başlayan işgal günlerinde, toplumu olaylar karşısında yönlendirecek bir öndere ihtiyaç vardı. İşte o karanlık günlerde Atatürk, milletine rehber oldu. Anadolu'ya geçerek kongreler topladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasını sağladı. Millî Mücadele, Atatürk'ün önderliğinde başarıya ulaştı. Türk Milleti'nin her alanda çağdaşlaşmasını hedef alan inkılâplar onun önderliğinde gerçekleşti. O'nun ilke ve inkılâpları, Türk milletine günümüzde de rehber olmaya devam etmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, askerî zaferlerini ve başardığı inkılâpları kendisine mal etmemiştir. Büyük eserlerin, ancak büyük milletle başarılabileceğine inanan bir önderdi.

   Atatürk'ün, milletine sonsuz bir güveni vardı. Türk milletinin geçmişte olduğu gibi büyük hamleler yapacağına bütün kalbiyle inanmıştı. Şan ve şerefle dolu tarihindeki başarılarına yenilerini ilâve edeceğine bütün kalbiyle inanmıştı. O, "Atatürk Zaferleri" denmesinden hoşlanmazdı. "Atatürk İnkılâpları" sözünü reddeder, "Türk İnkılâbı" sözünün kullanılmasını isterdi. Bütün başarıları milletine mal etmekten zevk duyardı. Mustafa Kemal bir konuşmasında "Millî Mücadele'yi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlâtlarıdır" demişti.

   Atatürk, kararlı ve mücadeleci bir liderdi. Güçlükler karşısında yılmayan, ümitsizliğe düşmeyen kişiliği onun Millî Mücadele'nin lideri olmasını sağlamıştır. Samsun'a çıktıktan sonra, Kâzım Karabekir Paşaya çektiği bir telgrafta, o günlerdeki ağır durumu belirttikten sonra "Bununla beraber bütün umutlar kaybolmuş değildir. Memleketi bu durumdan ancak Türk milletinin mukavemet azmi kurtarabilir" diyordu. Eskişehir-Kütahya Savaşları'ndan sonra Yunanlılar, Ankara'ya doğru ilerlemeye başladıkları zaman, Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından başkomutanlık görevine getirilmişti. Başkomutan olarak yaptığı ilk konuşmasındaki "Milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, behemehal (ne yapıp edip) yeneceğimize dair güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır" sözleri onun hiçbir zaman ümitsizliğe yer vermediğini ve mücadelesindeki kararlılığı gösteren başka bir örnektir.

   Atatürk, bütün çalışmalarını bir plân dahilinde yapardı. Bir işe karar verdiğinde; bu kararı bütün yönleriyle inceler, en iyi sonucu alacak şekilde uygulamaya geçerdi. Mustafa Kemal, yapacağı inkılâpları önceden düşünmüş, kamuoyunu bu değişiklikler konusunda aydınlattıktan sonra inkılâplarını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı'nın plânını, İstanbul'dan Anadolu'ya geçmeden önce yapmış ve bunu yakın arkadaşlarıyla tartışmıştı. Zamanı geldikçe düşündüklerini uyguladı. Uygulamaya başladıktan sonra hiç taviz vermedi. Bütün hayatı boyunca metotlu çalışmayı hiç bırakmadı.

   Atatürk, milletimizi çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracak ileri bir zihniyetin yerleşmesi çabasındaydı. Bu yolda birtakım inkılâplar yaptı. İnkılâpların amacı, modern bir devlet, çağdaş bir toplum meydana getirmekti. Atatürk, Türk Milleti'nin çağdaş milletlerin seviyesine çıkartmak için siyasal, toplumsal, ekonomik alanlarda inkılâplar yapmıştır.
O'nun şu sözleri inkılâpçı karakterini ortaya koyar: "Büyük davamız, en medenî ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de temelli inkılâp yapmış olan büyük Türk Milleti'nin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz".
Atatürk'ün birleştirici ve bütünleştirici özelliği sayesinde, Millî Mücadele başarıya ulaşmıştır. Atatürk, Millî Mücadele'nin karanlık günlerinde, değişik fikirlere sahip insanları bir mecliste, kendi etrafında toplamayı başardı. Kısacası, Atatürk'süz Millî Mücadele düşünülemezdi. Atatürk'ün birleştirici gücü, kişisel özelliğinden ve karakterinden geliyordu. O, yalnız askerlerin değil, sivil halkın da güvenini kazanmıştı.

   Atatürk'ün bu üstün meziyetleri, sıkıntı ve bunalım içinde bulunan insanların, ona sevgi ve saygıyla bağlanmasını sağladı.
Atatürk, tarihte büyük devletler kuran ve yüksek bir medeniyet meydana getirmiş olan Türk Milleti'nin büyüklüğüne inanan ve bununla gurur duyan bir insandı. Atatürk; kahramanlık, vatan sevgisi, çalışkanlık, bilim ve sanata önem verme gibi değerlerin, Türklüğün yüksek vasıflarından olduğunu ifade etmiştir. O, milletinin bu özelliklerini her fırsatta dile getirip insanlık ailesi içinde lâyık olduğu yeri almasına çalıştı. Milletimizin yüksek karakteri, çalışkanlığı, zekâsı ve ilme bağlılığı ile millî birlik ve beraberlik duygusunu geliştirmeyi başlıca ilke kabul etti. Ona göre: "... Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır".

   Atatürk, yalnız yakın geçmişte büyük hizmetler yapmış bir lider değildir. Eserleriyle ve düşünceleriyle, gerek Türk Milleti'nin gerekse başka milletlerin geleceğine ışık tutmaya devam eden bir liderdir.

   Atatürk, kendi milletini ve bütün insanları samimî duygularla seven, iyi kalpli bir insandı. Bütün milletleri bir vücut, her milleti de bu vücudun bir organı olarak görürdü. Dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık varsa ilgisiz kalamazdı. "İnsanları mesut edecek tek vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir" derken insanlar için ne kadar iyi duygular beslediğini açıklıyordu.

   Atatürk, çocukları ve gençleri çok sever, onların en iyi şartlarda yetişip yükselmesini isterdi. Çünkü bir milletin ancak iyi nesiller yetiştirebilirse yükseleceği düşüncesini taşıyordu.

   Atatürk, insanlara değer vermiş, insanlığın hizmetinde çalışmayı amaç edinmiştir. Romanya dışişleri bakanı ile yaptığı bir konuşmada insanlık ailesinin yerini ve değerini şu sözlerle belirtmiştir: "İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir"

   Atatürk, barışa önem veren bir liderdi. Ona göre barışın bozulmasından bütün dünya ülkeleri ıstırap duymalıydı. Anlaşmazlıkların ortadan kalkması, insanlığın başlıca dileği olmalıydı. Dünyada yalnızca sevgi egemen olmalıydı. Atatürk'ün bu sevgi anlayışının nedeni insana duyduğu saygıdır. Onun "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözü barış idealinin simgesi hâline gelmiştir.

Yrd. Doç Dr. Muhammed ŞAHİN

 

 

TÜRK ULUSAL KURTULUŞ HAREKETİNİN BAŞLANGICI

 

"Türk'ün onuru ve gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür.

Böyle bir Ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyi.

Bu nedenle ya bağımsızlık, ya ölüm."

"Mustafa Kemal : Nutuk"

 

Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ne yapmaya gelmişti ?

Görünürde Gazi, Üçüncü Ordu'ya müfettiş olarak atanmış pek büyük yetkilerle donatılmıştı. Mustafa Kemal'i, Padişah VI.Mehmet, Anadolu'da asayişi sağlamakla görevlendirmiştir.

İtilaf devletlerinin işgaline karşı kafalardaki mayalaşma, tehlikeli boyutlara varmıştır. Sultan'ın elçisi olan Gazi, ünlü Söylev'inde sonradan yazacağı gibi, kafasında gerçekte bir "Millî Sır" taşımaktadır. İtilaf devletlerince hasım ögelerin kaynaşmasını sınırlayıp önlemek için, Anadolu'ya ayak basmış değildir. Aksine, belli etmekte gecikmeyeceği amacı, yenilgi sonucu morali derinden derine sarsılmış bulunan Ordu'ya güvenini yeniden kazandırmaktır.

Gazi'nin hedefi Anadolu Türk topraklarındaki bütün direniş hareketlerini, tek bir otorite altında toplamayı denemektir.

Savaşılması, yenilmesi gereken düşman, sadece yabancı işgalci kuvvetler değildir. Bu hususla ilgili olarak Gazi Mustafa Kemal'in kaleminden şunlar anlatılacaktır: "Her ne pahasına olursa olsun, Osmanlı Hükümetine karşı, Sultana karşı, halifeye karşı ayaklanmak ve ordu ile bütün Milleti başkaldırıya götürmek gerekiyordu."

Gazi 19 Mayıs 1919 tarihinde yukarıdaki sözlerinden ilerici, devrimci ve laik bir Cumhuriyet kurmayı düşlediğini anlatır gibidir. "Millî Mücadele, başta Yurdu yabancı işgalinden kurtarma amacıyla, geliştiği ve başarılar kazandığı ölçüde, millî egemenliğe dayanan bir yönetimin bütün ilke ve güçlerini gitgide seferber etmesi doğaldı."

Gazi Mustafa Kemal, Anadolu'ya gelir gelmez, derhal usta bir manevracı olarak, kimi askeri şeflerin desteğini aramaya girişti.

Gözde kişilikler, özellikle Kazım Karabekir Paşa ile eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey Gazi'nin yanında yer almışlardır. Keza çok kısa bir zaman içinde yani birkaç hafta içinde Gazi, ulusal güçlerin hatırı sayılı bir bölümünü kendi çevresinde toplamayı başarmıştır.

Böylece 22 Haziran 1919'dan başlayarak, Amasya'dan gönderilen ve Türkiye'nin bütün yurtsever örgütlerine seslenen bir genelge ile Milletin tehlikede olduğu ilan edilmiş ve Ülkenin içinde bulunduğu feci duruma bir çare bulmakla yükümlü bir millî kongrenin toplanacağını haber verecek duruma gelinmiştir.

Anadolu'daki millî isyanın büyümekte olduğunu değerlendiren Babıâli hükümeti Gazi Mustafa Kemal'in İstanbul'a geri dönmesini teminen Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne kesin bir emir yollayacaktır: "Sultan Hazretleri, Size hemen İstanbul'a dönmenizi buyuruyorlar."

Gazi'nin, bu gözdağı verici emre cevabı birkaç kelimeden ibaret olacaktır: "Milletin tam bağımsızlığını elde edeceği güne kadar, Anadolu'da kalacağım" (8 Temmuz 1919).

Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti'nin buyruklarına boyun eğmeyi reddetmekle kalmayıp, onu yaparken, sadece müfettişlik görevlerinden değil, Ordudan ayrılmaya da karar verir.

Artık Gazi Mustafa Kemal, resmi durumunun gerektirdiği bağlılıklardan sıyrılmış bir halde, daha büyük bir eylem özgürlüğüne sahiptir. Merkezi iktidarla bağlarını kopardığı andan itibaren, ilk büyük siyasal kavgasını vermek riskini göze alabilirdi.

Böylece 1919 Temmuz ayının sonlarına doğru, Türkiye'nin doğu illerinden gelen ellidört temsilcinin katılacağı Erzurum'da bir kongre örgütleyecektir. Bu ilk siyasal savaş, aynı zamanda ilk siyasal zaferdir.

Fırtınalı tartışmalarla dolu bir ondört gün yaşanırken Mustafa Kemal "halkın iradesine dayanan bir Millî Meclis'in yaratılmasını ve gücünü yine aynı iradeden alan bir hükümet kurulması" talebini kongreye kabul ettirir. Kabul edilen önergeye göre; "Vatan tektir ve bölünemez. Doğu Anadolu illeri, ortak bir anlaşma içinde, her türlü yabancı işgal ya da müdahaleye karşı direneceklerdir.

Sultanın hükümeti, milletin bağımsızlığını ve yurdun bütünlüğünü korumakta yetersiz görünürse, devlet işlerinin yürütülmesini ele almak üzere, bir geçici hükümet kurulacaktır."

Bir ay sonra, bu kez sadece Doğu illerinin değil 4-11 Eylül 1919'da bütün ülkenin temsilcilerini bir araya getiren bir ikinci kongre Sivas'ta toplanacaktır. Sivas kongresinde, Sultan'ın İstanbul Hükümetinin izlediği siyaset reddedilirken, Anadolu insanı kendi iradesi ile kendi yönetimine karar vermiş oluyordu. Sivas'ta Kongreye katılan kırk kişi Mustafa Kemal'in gözünde, Milletin bütününü temsil etmekte kutsal ve tarihsel nitelik taşımaktadır.

İstanbul Hükümeti yabancı işgali ve ülkenin çöküşü karşısında şaşkın haldedir. Anadolu'da gelişen ulusal direniş hareketi ise ülkenin parçalanmasına karşı faaliyetlerini hızlandırmıştır.

Bu arada Babıâli Hükümeti, Kemalist direniş hareketini, kan ve yağmaya susamış İttihatçılar topluluğu diye kamuoyuna takdim ederek başarısızlığa uğratmaya çalışacaktır. Bu iftira kampanyasına işgalciler ve Batılı basın da sahip çıkacak ve ortak olacaktır. Ortak işgal ve ihanet cephesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, yoğun bir şekilde, "Ermeni kıyımcıları" ve "militan Alman hayranları" olarak nitelendirmektedir. İstanbul yanlılarının bu, ulusal direniş karşıtı kampanyasında, İttihat ve Terakki Partisi'nin maceracı ve sorumsuz politikalarından çok zarar gören toplumun korkutulması amaçlanmıştır.

Ne var ki dost düşman herkes Anadolu'da hızla gelişen Türk milliyetçiliğinin varlığından artık haberdardır.

Türk Milleti, Mondros mütarekesini tevekkülle karşılamıştı. Fakat batılı devletlerin mütareke şartlarını çiğnemeleri, azınlıkların taşkın hareketleri, milletin bağrında derin yaralar açmaya başlamıştı.

Yeni kurulan dernekler, partiler, barışcı yollarla kurtuluş çareleri arıyorlardı. Yapılan mitingler ve protesto faaliyetlerinde hiçbir direnme fikri yoktu.

Memleketin bütünlüğünü korumak koşulu ile büyük bir devletin himayesine girmek isteyenlerde vardı. Padişah kurtuluşu, İngiltere'nin gölgesine sığınmakta ve her türlü direnmeyi memleketin yüksek menfaatlerine aykırı görüyordu.

Ulusal direnme fikri İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra kuvvetlenmeye başlamış 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya ayak basan Mustafa Kemal bu fikrin ve direnme hareketinin ateşini yakmıştır.

Başlangıçta İzmir bölgesinde silahla direnenlere Kuva-yı Milliye (Millî Kuvvetler) adı verildi, ardından bu ad bütün millî hareketleri kapsar hale geldi.

Kuva-yı Milliye'yi, çeteci sayan İstanbul Hükümeti, Anadolu'daki bütün hareketlere Kuva-yı Milliye adını vermekte yarar görüyordu.

Ancak Anadolu'daki direnme hareketi yalnız bir savunmadan ibaret değildi. Bu hareket siyasal ve sosyal yönleri de olması sebebiyle özünde Millî Mücadele (Ulusal Kurtuluş) hareketi olarak gelişmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıkar çıkmaz Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşalarla irtibatlı olarak. Eyleme geçerek her gittiği yerde tek kurtuluş yolunun düşmanla doğrudan doğruya savaşmak olduğunu bunu ise ulusun kendisinin başarabileceğini anlatıyor ve büyük ilgi görüyordu.

Gazi İstanbul'da plânladığı fikirlerinin stratejik sistematiğini Samsun'da tamamladı.

Mustafa Kemal Paşa'nın saptadığı bu stratejiyi "Nutuk" da anlattıklarına dayanarak anahatları ile görmek gerekmektedir.

Mustafa Kemal Paşa, savaşı, devrimi halka mal etmek istiyordu. Düşüncesinin hep bu yönde oluştuğu anlaşılmaktadır. Düşmanla mücadeleyi doğaldır ki, Ordu yapacaktı. Fakat Ordunun durumu o günlerde pek perişandı. Ateşkes hükümlerine göre pek çok birlikler terhis edilmiş ve silah, cephane ile diğer gereçler yenen devletlere teslim edilmişti. Lojistik destek diye bir şey kalmamıştı. En önemlisi, Ordunun morali bozuktu. Orduyu yaratan ulustur. Bu nedenle, ulusun ordusunun yanında olması ve onu desteklemesi gerekirdi. Bu da ancak, halka inmiş bir yönetimle sağlanacaktı. Daha önce geçirilen demokrasi denemeleri ile halk yönetimi için ilk adımlar atılmıştı. Bunlara dayanılarak yeni bir devlet kurulacaktı. Bu devlet egemenlik hakkını ulustan alacak ve onun temsilcileri ile yönetilecek, Ordu bu ulusal gücün arkasında ve emrinde olacaktı. Ancak bu biçimde, halk, savaşı ve devrimleri onaylayacak ve destekleyecektir. Bir hükümet darbesi ile yeni bir yönetim kurmak mümkündür. Fakat, bu yönetim salt orduya dayanacağından her zaman için tehlikelidir ve kısa ömürlüdür. Zaten Ordu o tarihte ulus tarafından sevilmemektedir. Böylece zayıf ve sevilmeyen bir orduya dayanan yönetimin ihtilali başarıya ulaştırma imkânı yoktur. Yeni ve halkçı devlet kurmak tek çaredir. Bu amaca ulaşmak için hemen örgütlenme başlayacaktır. Yeni devletin kurulmasını İstanbul Hükümeti tepki ile karşılayacaktır. Bu nedenlerle, iyice güçleninceye kadar Osmanlı Hükümeti ile iyi geçinmeli, gerekirse padişahı ve halifeyi kurtarmak gerekçesi ile örgütlenildiği belirtilmelidir.

İşte, Büyük "Nutuk"da da anlattığı gibi Mustafa Kemal Paşa Samsun'dan Anadolu'nun içlerine doğru yola çıktığı zaman bu stratejiyi uygulamaya başlamıştı. İlk durak Havza ilçesi oldu. 25 Mayıs 1919'da vardığı Havza'da Mustafa Kemal Paşa, bir genelge hazırladı. Bunu 9'uncu Ordu Müfettişi imzası ile bütün yurttaki askerî ve sivil makamlara gönderdi. Bu genelge ile bütün askerî ve sivil yöneticilerden, bulundukları yerlerde bir an önce işgal olaylarını protesto etmek için geniş destekli mitingler tertip etmeleri, ulusal dernekler kurup halka felaketin büyüklüğünü anlatmaları ve bu işleri köylere kadar yaymaları isteniyordu. 28-29 Mayıs günü gönderilen bu genelgeye pek çok yerdeki yöneticiler uydular ve büyük mitingler düzenlediler. Özellikle İstanbul'daki mitingler pek heyecanlı oldu. İşgal devletleri buna sert tepki göstererek. İngilizler tutuklu bulunan 67 Türk devlet adamını Malta'ya sürdüler.

Mitingler, İzmir'in işgaline gösterilen olumlu tepkilerle birleşince Gazi'nin umudunu daha da artırmıştı. Özellikle Havza'da halktan gördüğü yakın ilgi O'na güven veriyordu. Çizdiği stratejinin önderi olarak başta bulunabileceğini anlamıştı. Zaten kendisinden başka kimse bu plânı yürütemezdi.

Mustafa Kemal Paşa, Havza'da bir taraftan askeri işlerle de uğraştı. Bütün kolordu komutanları ile temas kurdu. Birliklerin yerlerini ve güçlerini saptadı ve işgal halinde komutanlara gerekli tedbirleri almalarını telkin etti. Gerilla ve milis örgütleri kurulmasına komutanları teşvik etti. Onlarda karşı koyma düşüncelerinin yerleşmesi için gerekli açıklamalarda bulundu. Gelen cevaplara göre, komutanları değerlendirdi. İçlerinde kendi düşüncelerine aykırı düşenleri, yetkilerine dayanarak işten uzaklaştırdı ya da böylelerinin hareketlerini sıkı denetim altına aldı.

Bir ay içinde yaptığı çalışmalar, önemli zorluklara rağmen başarılı oldu. Halk ve Ordu karşı koyma fikrine alışmaya başlamıştı. Şimdi artık durumdan yararlanarak, bütün girişimlerin ulusun adına yapıldığının halka anlatılması ve ulusun bu girişimlerin içine girmesinin sağlanması gerekiyordu. Tarihsel "Amasya Tamimi" bu uğurda atılmış ilk adımdır.

Mustafa Kemal Paşa'nın Havza'daki etkinliği İstanbul Hükümetini iyice kuşkulandırdı. 8 Haziran tarihinde Harbiye Nezareti'nin kendisini geri çağırması üzerine Mustafa Kemal Paşa, o güne kadar "Ordu Müfettişi" sıfatı ile bütün kişisel ağırlığını ortaya koyarak hareket etmişti. Şimdi bu sıfatının tehlikeye düştüğünü görüyordu. Bu nedenle giriştiği eylemi kişisel olmaktan çıkarıp, halka maletmekte acele etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap verdi ve 12 Haziran 1919'da Amasya'ya vardı. Halk kendisini coşkun bir heyecanla karşıladı. 14 Haziranda Amasyada "Müdafaa-i Hukuk" Derneği kuruldu. Bu dernek çerçevesinde yaptığı çalışmalardan sonra Mustafa Kemal Paşa 22-23 Haziran günü tarihsel Amasya Tamimini (Genelgesini) yayınladı. Bu tamimin yayınlandığı gün, Anadolu İhtilalinin gerçek başlangıç tarihidir. Pek çok bilim adamı bu kısa genelgeyi bir "ihtilal beyannamesi"olarak kabul etmektedirler. Bu nedenle tamimi inceleyip açıklamak gerekirse bu önemli tamim şöyledir;

"1-Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukların gereğini yerine getirmemektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş tanıttırıyor. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır. Ulusun durumunu saptamak ve haklı sesini dünyaya işittirmek için her türlü etki ve denetimden uzak bir ulusal kurulun varlığı şarttır. Bunun için habeleşme yolu ile her taraftan gelecek ulusal öneri ve istekler üzerine, Anadolu'nun en güven verici yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin acele olarak toplanması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla bütün Osmanlı illerinin her livasından, parti anlaşmazlıkları gözönünde tutulmadan, yetenekli ve ulusun inancını sağlamış, üç kadar kişinin hızla yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun ulusal bir sır olarak saklanması, dağdağaya yer verilmemesi, gerekli görülen yerlerde yolculuğun gizli tutulması.

2-Doğu illeri adına, 10 Temmuz'da Erzurum'da toplanması kararlaştırılmış kongre için, adı geçen illerin Müdafaa-i Hukuk-i milliye ve Redd-i İlhak derneklerinden seçilen üyeler, zaten Erzurum'a doğru yola çıkarılmışlardır. O zamana kadar diğer illerimizin de temsilcileri Sivas'a ulaşabileceklerinden, Erzurum Kongresinin üyeleri, uygun görecekleri tarihte, genel toplantıya katılmak üzere, Sivas'a hareket edeceklerdir.

3-Yukarıdaki hükümlere göre temsilciler, Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak dernekleri ve belediyeler tarafından ve diğer şekillerde seçileceklerdir.

4-Bu kararların uygulanmasına 9'uncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, eski Harbiye Nazırı (Deniz Kuvvetleri Bakanı) Hüseyin Rauf Bey, 15'inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, 13'üncü Kolordu Komutan Vekili Albay Cevdet ve 3'üncü Kolordu Komutanı Albay Refet Bey, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey, 2'nci Ordu Müfettişi Ferik Cemal Paşa, (Korgeneral), 12'nci Kolordu Komutanı Albay Selahattin Bey, 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Bursa'da 17'nci Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey, Edirne'de Kolordu Komutanı Albay Cafer Tayyar Bey ve diğer bazı sivil ve askeri önemli kişilerce çalışılacaktır. Bundan başka Başvezir Müşir Ahmet İzzet Paşa (Mareşal), Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) Ferit Bey ve Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey gibi kişilerin düşünce ve görüşleri alınacaktır.

5-Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk-i milliye derneklerinin verecekleri telgrafların, yalnız telgrafhanelerde kabul edilerek, çekilmemesi, Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğünden bildirilmiştir. Bu, kesin olarak reddedilecek ve haberleşmenin mutlak olarak serbestçe yapılmasının sağlanması için gösterilerde bulunulacak ve bu sağlanıncaya kadar gösterilere devam edilecektir.

6-Askeri ve ulusal örgütler hiç bir biçimde lağvedilmeyecektir. Komuta hiç bir biçimde terkedilmeyecek ve başkalarına verilmeyecektir. Vatanın herhangi bir yanına yeniden gelecek düşman işgal eylemleri, bütün orduyu ilgilendirecek ve meydana gelecek duruma göre yurdun savunmasına hep birlikte girişilecektir. Bu nedenle komutanlar derhal birbirlerine haber vereceklerdir. Silah, cephane ve diğer araçlar hiç bir biçimde elden çıkarılmayacaktır".

Tamimi imza edenler: Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey (Orbay), Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey (Bele). Bu kişilerden başka Kazım Karabekir ve Cemal (Mersinli) paşaların da telgrafla onayları alınmıştır.

Bu çok önemli Tamim incelenirse aşağıdaki sonuçlara varılabilir:

-Mustafa Kemal Paşa İhtilal stratejisinin ilk adımını atmıştır. Vatan parçalanmaktadır. Ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Osmanlı Hükümeti bu felaketi önlemek yeteneğinde değildir. Türk ulusu, bu hükümetten artık hiç bir girişim beklememeli ve kendi işini kendisi görmelidir. Bu her tarafa ilan ediliyor. Yani Osmanlı Devletine karşı gelmenin gerekçesi hazırlanıyordu.

-Bu amacı gerçekleştirme işi, yurdun her yanında kurulmuş olan ulusal derneklere verilmiştir. Bu dernekler ve belediyeler, kendi yönetim birimlerinin kapsadığı alan içinde üçer kişiyi temsilci olarak seçip, Sivas'ta toplanacak ulusal kongreye göndereceklerdir. Böylece hem ulusal dernekler birleşip tek bir kuruluş haline gelecek, hem de seçilecek kimselerin herhangi bir siyasal partiye bağlı olup olmaması önemli görülmediğinden, Kongre'de tam bir dayanışma havası esebilecektir.

-Toplanacak Kongre, yeni bir devlet kurulmasının ilk adımıdır.

-İstanbul Hükümetinin bu kongrenin toplanmasını engellemek için aldığı haberleşme yasakları dinlenmeyecektir. Böylece Anadolu ile İstanbul arasındaki son bağların kopması yolu açılmıştır.

-En önemlisi, Amasya'da alınan kararların uygulanması ile Ordunun görevlendirilmesidir. Böylece Ordu, İhtilal eyleminin içine çekilmektedir.

Mustafa Kemal Paşa Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı zaman Anadolu iki büyük kongrenin eşiğinde bulunmaktaydı. Batı Anadolu'yu Yunan işgalinden kurtarmak isteyen mahallî teşkilâtlar Balıkesir'de, Doğu'da bir Ermenistan kurulmasını önlemeğe çalışanlar ise Erzurum'da toplanacaklardı. Samsun'dan Amasya'ya geçen Gazi, orada millî bir hareket taraftarı olan Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey ile bir araya gelerek dört hususta mutabakata vardı. Toplantıya katılamayan ve fakat desteklerinin sağlanması gerekli olan XV. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa ve Konya Yıldırım Kıtaları Müfettişi Mersinli Cemal Paşa'ya telgrafla danışılarak onların da alınan kararlara katılması mümkün kılındı.

Görüldüğü gibi Amasya kararları, bir yandan milliyetçi bir siyasi hareketin örgütlenmesine çalışırken diğer yandan mevcut askeri teşkilâtın milliyetçilerin emrinde olması amacını güdüyordu. Kararların Amasya'da alınmasına rağmen, zeminin İstanbul'da daha önceki tarihlerde hazırlanmış olduğunu da belirtmeye gerek yoktur. Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve Rauf Bey birbirlerini yakından tanıyan kimselerdi ve millî bir hareket düzenlemek için Anadolu'ya geçmeğe İstanbul'da iken karar vermişlerdi.

Erzurum kongresi 23 Temmuz 1919'da toplandı. Doğu Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin bir merkezde birleştirilmesi için toplanan Kongre, aldığı kararlar itibarile Millî Mücadelenin prensiplerini de ortaya koyan ilk kongre olmuştur. Alınan kararları tekrar özetlemek gerekirse;

"a) Millî hudutlar dahilinde vatan bölünmez bir bütündür.

b) Yabancıların işgal ve müdahalesini Osmanlı Devleti önleyemezse millet önleyecektir.

c) İstanbul Hükümeti vatanı ve bağımsızlığı koruyamazsa, bunu millî kongrece seçilmiş bir hükümet, kongre toplantı halinde değilse, kongrenin devamlı temsilcisi Heyeti Temsiliyenin seçeceği bir hükümet yapacaktır.

d) Kuva-yı Milliyeyi millî iradeye hakim kılmak esastır.

e) Azınlıklara millî egemenliğimizi zedeleyici imtiyazlar verilemez.

f) Manda ve himaye kabul olunamaz.

g) Millî Meclisin derhal toplanması ve hükümet icraatının meclisin murakabesine konulması için çalışılacaktır."

--Bir millî devletin ana unsurlarının bu kararlarda kapsandığı görülecektir: Millî hudutlar, milletin kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkı ve topraklar üzerinde mutlak egemenlik esas alınacaktır. Ayrıca Kongrenin devamını bir temsil heyetiyle sağlamış olması mücadelenin bir önderler heyeti tarafından yürütüleceğini ortaya koymuş oluyordu.

4 ile 12 Eylül arasında toplanan Sivas Kongresi Doğu ve Batıdaki Müdafaa-i Hukuk teşekküllerinin bir merkeze bağlanmasını mümkün kılmıştır. Kongrede alınan kararlar Erzurum Kongresi kararlarını benimsemek mahiyetinde olmuştur. Daha geniş bir Heyeti Temsiliye seçilmiş ve başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Bu tarihten sonra bütün Anadolu'nun milliyetçi örgütü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olacaktır. Ancak haberleşme güçlüklerinden, Sivas Kongresinin mahiyetinin anlaşılamamış olmasından ve bazı teşkilâtların Sivas'ın kendilerini temsil hakkını haiz olduğunu kabul etmemelerinden dolayı, Cemiyet millî hareketin tek örgütü olduğunu hemen benimsetememiştir. Bu husus, Mustafa Kemal Paşa'nın sözlerinden de anlaşılmaktadır:

" Maahaza, bu tarihlerde henüz bazı yerlerde maksadın tamamen anlaşılamadığı görülüyordu. Mesala, Reddi İlhak Heyetlerinin kendi namlarına tebligatta bulunmakta olduğu ve 10 Teşrinievvel 1919 tarihine Reddi İlhak Cemiyeti Reisi imzasıyla, Teşrinievvelin yirmisinde bir büyük kongre içtima edeceği ve bu kongreye iki murahhas izamı vilayetlerden talebediliyor ve bir takım tedbirler icrası bildiriliyordu."

Buna karşılık, önemli bir olay İstanbul'daki Meclisi Mebusan'da Müdafaa-i Hukuk Hareketini destekleyen Felah-ı Vatan grubunun 28 Ocak 1920'de Meclis'e Misakı Millî isimli belgeyi onaylatmış olmasıdır. Bu suretle Anadolu Hareketinin amaçları İstanbul'daki teşrii organca da benimsenmiş oluyor, milliyetçilerle Saray ve Kabine karşı karşıya kalıyordu. Zaten 16 Mart 1920'de cereyan eden İngiliz işgalinden sonra İstanbul'daki Meclis kapanmış ve ileri gelenler Malta'ya sürülmüşlerdi. Milliyetçi üyelerin bir kısmı da Anadolu'ya geçerek Müdafaai Hukukçulara katılmışlardır.

Meclisi Mebusan'ın kapatılması, milliyetçilerin eline bir koz vermişti. Meclis İngilizler'in baskısıyla kapatıldığına göre, dış etkilerden uzak bir yerde millî bir meclisin açılmaması için artık hiçbir sebep yoktu. Milliyetçiler esasen bir meclis açmayı tasarlamalarına rağmen İstanbul Meclisinin kapanması, kendilerinin meclis açmalarını engelleyecek son sebebi de ortadan kaldırmış oldu.

Osmanlı Meşrutiyeti kahramanca ölmüştür. Büyük savaşta cephelerde dövüşe dövüşe, Mütareke de düşman istilasına karşı haykırarak son nefesini vermiştir.

Bu sonuç, büyük Türk imparatorlukları için ortak bir kaderdir. Türk milleti bir yerde devlet kurmuş, çevresini almış, büyük ve fethettiği memleketlerin halkı fatih milletin üstünde, onu içinden yemeye ve kemirmeye çalışan kurtlar halinde kabuklaşmışlardır. Nihayet yenme ve kemirilme Türk unsuru için bir hayat meselesi önemini almıştır. O zaman da Türk milleti silkinmiş ve bütün bu kurtlardan kurtularak kendi kendine kalmış saf bir kitle olarak yeni bir devlet kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş de bu tarihi kaderin bir tekrarlanmasıdır.

İşte iki belge ki, son Osmanlı Mebusan Meclisi ile ilk T.B.M.M.'ni tarih önünde bütünleştirmiştir.

1-İmparatorluğun yabancı unsurlarından kurtulan Türk milleti, umumi savaştan sonra hükümetin karışma imkânını bulamadan yapılmış seçimde hür bir şekilde milletvekillerini göndermiş ve bu şekilde idaresi hala imparatorluk yıkıntısından insanlar ve zihniyetlerle işleyen hükümetin karşısında saf ve karışmamış bir Millet Meclisi meydana gelmişti.

Bu Meclis'in havsalası, mertlik meydanında dövüşerek yenilmiş bir millet ve devletin ölüme mahkum edilmesini bir türlü alamamış ve temsil ettiği milletin barış şartlarını "Millî Misak-Millî Ahit" adı altında bir beyannamede toplayarak, 17 Şubat 1336 (1920) tarihinde dünyaya ilân etmiştir.

"Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Mebusan Meclisi azaları, devlet ve milletin istikbalinin haklı ve devamlı bir sulha kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedakarlığın en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamamiyle uyulmasının sağlanması ile mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam bir Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını kabul ve tasdik etmişlerdir:

"Madde 1-Osmanlı devletinin sadece Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatının, ahalinin serbestçe verecekleri reye uygun olarak tayin edilmesi gerektiğinden, adı geçen mütareke hudutları içinde din, ırk ve soyca birlik olan, birbirine karşılıklı saygı ve fedakarlık hisleriyle dolu bulunan, gelenek ve içtimai hukukuyla yaşadıkları muhitin şartlarına tamamıyla uyan Osmanlı İslam ekseriyetini oturdukları kısımların hepsi hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılık kabul etmez bir bütündür.

"Madde 2-Ahalisi ile serbest kaldıkları zamanda amme reyi ile ana vatana katılmış olan 'elviveyi selase' -Kars, Ardahan ve Batum-için icap ettiği takdirde tekrar serbestçe amme reyine müracaat edilmesini kabul ederiz.

"Madde 3-Türkiye ile yapılacak sulha bırakılan Garbi (Batı) Trakya'nın hukuki vaziyetinin tespiti de, halkının tam bir hürriyetle verecekleri reye göre yapılmalıdır.

"Madde 4-İslam hilafetinin merkezi ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi'nin emniyeti her türlü ihlâlden korunmuş olmalıdır.

"Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının umum ticaret ve münakalata (ulaştırmaya) açılması hakkında bizimle diğer bütün alakadar devletlerin ittifakla verecekleri karar muteberdir.

"Madde 5-İtilaf devletleri ile hasımları ve bazı müşavirleri arasında kararlaştırılan anlaşma esasları içinde azınlıkların hukuku, civarda bulunan memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.

"Madde 6-Millî ve iktisadî inkişafımız imkân dairesine girmek ve daha asri, muntazam bir idare şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için her devlet gibi bizim de inkişafımızın temelinde istiklal ve tam serbestliğe sahip olmamız, hayat ve bekamızın temel ve esasıdır. Bu sebeple siyasî, adlî, malî inkişafımızı önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.

29 Kanunsani (Ocak),336 (1920)"

 

İşte bir belge ki, insana hemen Fransız Devrimi'nin "İnsan Hakları Beyannamesi"ni hatırlatmaktadır.

Gerek "Millî Misak" ve gerek "İnsan Hakları Beyannamesi" aynı kaynaktan, milliyet prensibinden ilham almışlardır. Her ikisi de milletlerin, mağlup veya galip olsunlar, hür ve bağımsız yaşamalarını bir hayat kaidesi olarak kabul etmişlerdir. Her ikisi de millî varlığı mukaddes, parçalanmaz, el uzatılmaz saymışlardır.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kabul ve ilân ettiği "Millî Misak" beyannamesi bu bakımdan, insanlık tarihinin ortak eseri niteliğindedir.

"Millî Misak"ın bu insan ve millet hakkını ilân eden prensibi yanında Osmanlı İmparatorluğu'nun şüphesiz tam bir tasfiye senedi olması niteliği de vardır.

Bu beyannameyle imparatorluk içindeki bütün Türk olmayan unsurlar ayrılmakta, "Din, ırk, soy bakımından bir olan" kitlenin, yani Türk kitlesinin tamlığı tanınmaktadır.

Türk milleti hiçbir kayda bağlı olmadan yeni bir devlet kurmaya karar vermiştir. Bu devletin temelini Türk milleti oluşturacaktır. 19 Mayıs 1919'dan bu yana aradan geçen 80 yıla rağmen, bugün de üniter ve laik Türk Cumhuriyeti'ni bölmeye ve yıkmaya yönelik, yelpazesi ve gerekçesi ne olursa olsun her türlü iç ve dış tehditlere ve düşmanlara karşı büyük Türk Ulusu, Türk Vatanı'nın ve Devleti'nin bütünlüğü ve birliğini dolayısıyla bekasını koruyacaktır.

1919'da olduğu gibi bundan böyle dünyada ve bölgede ne tür gelişme ve değişmeler yaşanırsa yaşansın Türk Ulusu'nun, kendine, vatanına ve devletine düşman olan tüm hareket, gayret ve unsurlara karşı gereğinde topyekün bir "Beka Savaşı"nı yapmaktan asla çekinmeyeceğine tarih yakın tanıktır.

 

DR. MEHMET ATAY

Siyaset Bilimi Doktoru, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı.
 

 

BÜYÜK TAARRUZ'A NASIL KARAR VERİLDİ ? Kara tahta başında

Hamdi Osmanzade anlatıyor:
"Üç buçuk yıl süren milli mücadelemiz döneminde, zaman zaman, çok çetin ve tehlikeli günler geçirdik. Önde düşman ordusu, arkada bu düşmanı koruyan büyük devletler... Orta Anadolu, ta doğuya kadar hemen hemen ayaklanmış bir durumda. İstanbul'daki padişah ve hükümete sadık... Karadeniz kıyılarında Pontus çeteleri, doğu bölgesinde Ermeni kışkırtmaları... Henüz ordu denilebilecek muntazam bir kuvvetimiz bile vücuda gelememiş, başıbozuk kuvvetler, Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin yasa ve tüzüklerine uymamakta devamda. Hatta öyle günler oldu ki, bu yeni Milli Hükümet'in nüfuz dairesi Ankara istasyonundan öteye geçemedi. Bu arada. Büyük Millet Meclisi de, çeşitli baskılar altında, ikiye bölündü.
Düşman zaman zaman ileri atılıyor, biz geriliyoruz... Ankara'yı bile terk etmeyi düşünüyorduk... Nereye gideceğiz, nerede tutunacağız belli değil... Herkes mukadderata boyun eğmiş; hüzün, ıstırap içinde, düşüncede...
Bir tek, zerre kadar sarsılmayan, dimdik ayakta duran Mustafa Kemal'imiz var... Onunla birlikte, ona inanmış olanlar, bütün varlıklarıyla ona bağlı, onun peşinde...
   Yıllar böyle geçti ve bir an geldi ki, artık kimsede sabır ve tahammül kalmadı. Ne olacaksa, bir an önce olsun!... diyen diyene...
Bu ruhi halimizi sezip anlayan büyük önder, nihayet, kendine bağlı olan ve "İkinci Grup" denen yirmi sekiz kişiyi, Meclis'in karşısındaki öğretmen okulu -bilahare Millî Eğitim Bakanlığı olan ve yanan - binasının, yapımı bile tamamlanmamış küçük konferans salonuna davet etti.
Gittik. Salonun bir köşesinde bir kara tahta vardı. Gazi'nin işareti üzerine, bu kara tahtaya yaklaşarak, elindeki tebeşirle çizdiği harita üzerinde cephe vaziyetini izah eden baü cephesi kumandanını dinledik.
Sözleri bitince, büyük Gazi bize döndü, her zamanki azim ve irade örneğiyle:
- Arkadaşlar, dedi. Paşa, cepheler hakkında lâzım gelen izahatı verdi. Artık her şeyi biliyorsunuz. Yıllardan beri süregelen bu mücadeleyi dilediğimiz sonuca vardırmak zamanı gelmiştir, daha fazla beklemeye tahammül kalmamıştır. Kesin sonuca doğru gitmek maksadıyla büyük hücuma geçmek için kararınızı bekliyorum!...
Bu ses hala kulaklarımdadır. O anda hepimiz, onun karşısındaki bu yirmi sekiz millet vekili, nasıl oldu bilmem, bir tek vücut hâline gelerek sanki bütün Türk milleti olduk ve heyecandan tir tir titreyerek hep bir ağızdan:
- Kararımız, kararınızla beraberdir!... diye bağırdık.
Şimdi bile aklım almıyor. Bu karan, böyle bir an bile tereddüt etmeden, hatta birbirimizin yüzüne bakmak gereğini bile duymadan nasıl verdik?...Bu karar ki, Türk milletini ya yaşatacak, veyahut mahvederek dünya haritasından silecekti...
Bunu ancak şu suretle izah edebilirim: Hepimiz büyük Atatürk'ün dehasına inanmıştık. Onun en büyük kuvveti zaten bu değil miydi? Kendisine inandırmak kudreti...
O kadar ki, bu büyük kararı verdiğimiz andan itibaren hepimiz, mutlaka muvaffak olacağımızdan emindik... Halbuki, bu toplantıya giderken, hatta kara tahtada verilen izahatı dinlerken, Atatürk'ten başkası bize hücum sözünü etmiş olsaydı, buna hiçbirimiz, "Evet, yapalım." diyemezdik.
işte, Atatürk buydu.
   O günün gecesi, Çankaya'da, bir ziyafet verileceği söylentisi yayılarak, bütün telgraf ve telefon konuşmaları ve her türlü konuşma kesilirken, Atatürk de gizlice cepheye gitmişti.
Birkaç gün sonra, onu zafer içinde çalkalanan İzmir'de gördüm. Minnet ve saygıyla elini sıkarken, gülümseyen nurlu gözlerini, gözlerime dikerek:
- Kararımızı beğendin mi? diye sorunca:
- Ah Paşam, Allah bile, senin neyini beğenmez, karşılığını verebildim.
Fakat, dediğim gibi, bu kararı öyle, hiç tereddüt etmeden nasıl verdik? Ya karşımızda bizden kararı isteyen o olmasaydı, ne olacaktı? Bunu düşündükçe, hâlâ titrerim.
Şimdi, o eşsiz büyük adamın, cumhuriyeti ellerine emanet ettiği gençlerden de bu imanı bekliyorum."

Niyazi Ahmet BANOĞLU
(Nükte ve Fıkralarıyla Atatürk, 1981)


30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI GÜNÜN ANLAMI VE ÖNEMİ

   Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.
   Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi. 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Amasya Genelgesi'nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu. Böylece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu.
   TBMM meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşü"nden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu'da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı. Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılar'a büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, or-dularına: "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi.
   Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla bu karara uydu. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi.
   Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı'ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı.
1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Güneydeki Türk birlikle-ri, büyük bir gizlilik içinde Batı cephesine kaydmld". İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane kaçırıldı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silâhlar satın alındı. Ordumuza taarruz eğitimi yaptırıldı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal'in başkomutan-lığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis'te vardı.Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.
   Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra düşman, İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Hain düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline "dur" diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan bu büyük zaferi her yıl, 30 Ağustos günü, bayram yaparak kutluyoruz.


 

23 NİSAN

23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi'nin açılış günüdür. Her 23 Nisan günü Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı birlikte kutlarız.

Egemenlik yönetme yetkisidir. Ulusal egemenlik; yönetme yetkisinin ulusta olmasıdır. Osmanlı imparatorluğu döneminde egemenlik padişahta idi. Padişah ülkeyi dilediği gibi yönetirdi. İmparatorluğun son yıllarında padişahlar rahatlarını düşündüler. Yurt bakımsız kaldı.

Ülke sorunları yüzüstü bırakıldı. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başladı. Savaş 4 yıl sürdü. Bizimle birlikte olanlar savaşta yenildi. Savaş kurallarına göre biz de yenilmiş sayıldık. Yurdumuz İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, İtalyanlar tarafından paylaşıldı. Padişah ve yandaşları ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmadılar.
 
Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için İstanbul’dan Samsun'a 19 Mayıs 1919 günü geldi. Samsun'dan Amasya'ya, oradan Erzurum'a ve Sivas’a gitti. Sivas ve Erzurum'da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olduğuna inanıyordu. Bu inançla (Ulusu yine ulusun gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da ulusal egemenliktir) diyordu. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler - milletvekilleri - Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplandılar.

İlk Büyük Millet Meclisi'nin toplandığı yapı Ankara'da Ulus Alan'ından istasyona giden caddenin başındadır. Bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olan bu yapı tek katlıdır. O yıllar ülkemiz yokluk yoksulluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısınıyordu. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı. 

Ulusal Kurtuluş Savaşımızla ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde ulusumuz dünyaya Ulusal Kurtuluş Savaşı dersi verdi. Ezilen uluslara kurtuluş yolunu açtı. Bağımsızlık savaşının öncüsü olan kurtuluş savaşımız yeryüzünün öteki uluslarına örnek oldu.

23 Nisan 1920 ilk Büyük Millet Meclisi'mizin toplandığı gündür. 23 Nisan, ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bu gün Milli Egemenlik Bayramı'mızdır.

23 Nisan dünyada kutlanan ilk çocuk bayramıdır. Atatürk'ün Türk çocuklarına armağan ettiği bu bayram şenliklerine son yıllarda yabancı ulusların çocukları da katılmaya başlamıştır. Atatürk çocuklara çok değer verir, gezilerinde okullara uğrar, ders dinler, sorular sorardı.(Bugünün küçükleri yarının büyükleridir.) diyen Atatürk, yönetimin bayram süresince öğrencilere bırakılması geleneğini başlattı. 23 Nisan'da yönetim birimleri seçimle gelen kurullar bir süre çocuklara bırakılır. Bu güzel gelenek her yıl yinelenir. Her 23 Nisan'da yurdumuz bir bayram alanı olur. Çocuklar törenlerde konuşmalar yaparlar, şiirler okurlar. Gece fener alayları düzenlenir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı egemenliğin ulusta olduğu düşüncesinin kabul edildiği gündür. Çocuk bayramımızdır. Yarının büyükleri olan çocukların bayramıdır.

ALBERT EİNSTEİN

(14 Mart 1879-18 Nisan 1955)

 

ŞİMDİ ÇELİK SERAMİK EMAYE YAZI TAHTASI VAR
Albert Einstein kara tahta da çalışırken

 

Tarihin en büyük bilim adamı olarak gösterilen Albert Einstein 18 Nisan 1955te 76 yaşında yaşamını yitirmişti.

 

        Albert Einstein, 14 Mart 1879’da Almanya’nın Ulm kentinde bir Yahudi olarak dünyaya geldi. Ailesinin Münih’e taşınmasıyla genç Albert, orta öğretimine bu kentte devam etti. Lise yıllarında Albert sanıldığı gibi başarılı olamadı. Öğretmenleri genç Albert’in disiplinsiz davranışlarından bıkmış ve onu okuldan uzaklaştırılmasını istiyordu
       Ancak genç Albert bir şekilde matematikte kendini göstermeyi bilmiş ve hocalarının ilgisini çekmeyi başarmıştı. Okul müfredatı ile Albert’in ilgi alanları ve yetenekleri arasında adeta bir uçurum vardı. Ancak bilim dünyasının bu uçurumu anlaması için yarım yüzyıl geçmesi gerekecekti.
      
       Albert Einstein 1896 yılında Zürich’teki İsviçre Federal Politeknik Okulu’na yazılarak matematik ve fizik konularında yüksek öğrenime devam etti. Bu okuldan 1900’de mezun oldu. Mezuniyetin ardından Albert Einstein, 1902 yılında Almancası sayesinde İsviçre Telif Dairesi’nde teknik asistan olarak işe girdi. Einstein bu dönemde Zürih Üniversitesi’nden doktora dersleri aldı.
        İşte bu yıllarda Einstein boş zamanlarında matematik ve fizik problemleri üzerine çalışma fırsatı buldu. Hergün heyecanla eve geliyor, masaya oturuyor ve önceki gece yorgun gözlerle bıraktığı hesaplamalara geri dönüyordu.
       Kimi zaman kütüphaneye giderek dergileri karıştırıyor ve kendi konuları üzerinde yapılmış çalışmaları tetkik ediyordu. Onu dünyanın en büyük bilim adamı yapan teorilerin çimentosu bu yıllarda atılmıştı.
      
       Einstein, bu çalışmalarını ‘Görecelik Teorisi’ başlığı altında 1905’te yayımladı. Makale, ışık hızına yakın parçacıkların maddelerinde meydana gelecek değişiklikleri tanımlıyordu. Albert Einstein’ın uzay ve uzay-zaman ile ilgili teorileri, nükleer teknolojilerinin ve modern kozmolojinin başlangıcı sayılıyor.
       Makale, Einstein’ın bilimsel kariyerinin önünü açmıştı. Einstein, Bern ve Zürich üniversitelerinde akademik kadroya girdi. 1911 yılında Prag Üniversitesi’nde teorik fizik profesörü oldu. Başarılı çalışmalarını takip eden dönemin önde gelen akademisyenleri Walter Nernst ve Max Planck’ın önermesiyle Einstein, 1913 yılında Berlin Üniversitesi’ne geçti. Berlin Üniversitesi o yıllarda Almanya’nın en büyük okuluydu.
       Yükselişi de bu okulda başladı ve 1913 yılında prestijli Prusya Bilimler Akademisi’ne kabul oldu. Einstein, Görecelik Teorisi’nin gözden geçirilmiş metnini 1916’da yeniden yayımladı ve 1921’de Nobel Ödülü’nü aldı.
      
       Hitler henüz iktidara gelmeden önce 1932 yılında Einstein, Princeton Üniversitesi’nin hocalık teklifini kabul ederek ABD’ye gitti. Daha sonra Hitler’in 1933’te iktidara gelmesiyle Almanya’ya dönme şansı da tümden ortadan kalktı ve ABD onun için tek hayatta kalış şansı oldu İkinci dünya Savaşı’nda Nazilerin, Yahudi kökenlileri toplama kamplarındaki fırınlarda topluca öldürmesi üzerine Einstein bir daha hiç Almanya’ya dönmedi. Hayatının sonuna dek Yeni Dünya’da yaşadı; gerisinde yurdunu, tarihini, ailesini ve anılarını bırakarak.
      
       Ölümünden sonra Einstein’ın beyni Kanadalı uzmanlar tarafından kafatasından çıkarılarak bilimsel araştırmalar için özel bir kutuya kondu. Dahinin beyni üzerinde yapılan incelemelerde, beynin matematiksel ve kavramsal düşünceden sorumlu bölümünün ortalama bir insandan yüzde 15 daha büyük olduğu ortaya çıktı.
       Ayrıca, beynin bu kısmında olması gereken bir boşluk eksikti; bu boşluk, söz konusu bölgedeki nöronların birbirleriyle iletişim kurmasına olanak veriyordu. Diğer bir deyişle alabildiği şeklinde yorumlandı. Kısaca, Einstein’ın beyninde en ufak ‘boşluk’ dahi yoktu.

 

 

 

EGES EĞİTİM TÜRK BÜYÜKLERİ - EGES EĞİTİM DÜNYA BÜYÜKLERİ

 

 

Yazı Tahtası : Eğitim kurumlarının vazgeçilmez olmazsa olmaz ders aracıdır.

Kaliteli, kalem veya tebeşir yazı tahtası tahta başındaki öğretmen ve tahta karşısındaki öğrenci açısından son derece önemlidir
 Son yıllara kadar yazı tahtaları ’na fazla önem verilmiyor bütün olumsuzluklarına, sorunlarına rağmen,ucuz boyama yazı tahtaları kullanılıyordu,fakat Çelik seramik manyetik emaye yazı tahtaları’nın kullanımı arttıkça kullananlar tarafından da ısrarla aranır olması ve tavsiye edilmesi neticesinde kaliteli yazı tahtaları kullanımı oldukça artmıştır. Yazı tahtalarımıza alternatif bulunamaması ve Dünyanın en iyi yazı tahtaları olması Böyle bir ürünü sizlere yıllarca ısrarla tavsiye etmemiz ve önermemiz konusunda ne kadar haklı olduğumuzu göstermiştir.Çelik seramik manyetik emaye yazı tahtaları'mızı güvenle gönül rahatlığı ile alın yıllarca yüzümüzü ağartan yazı tahtası 'nı sorunsuz kullanın
Eges eğitim her zaman kaliteli ürünleri hesaplı sunar.

Okul sırası:Yazı tahtası gibi, okul sıraları’da son yıllara kadar fazla önemsenmiyor ucuz kalitesiz ve ergonomik olmayan okul sıraları kullanılıyordu bu da öğrencilerde sırt,bel ve omuz ağrılarına sebep oluyor,öğrencinin derse olan ilgisini azaltabiliyordu.Şimdi kaliteli malzemelerden ergonomik olarak üretilen okul sıraları dershane ve okullarda özellikle tercih edilir olmuş kullanımı hızla artmış ve artmaktadır
Eges eğitim her zaman kaliteli ürünler sunmuş ve sunmaktadır.

Referanslarımız ; Ürünlerimizin kalitesi  ve Hizmetlerimiz hakkında sizleri bilgilendirmek amacıyla yayımlanmaktadır.


Atatürk Posterleri özel ebatlarda

Milli Levhalar

İstiklal Marşı - Gençliğe Hitabe


EGES  EĞİTİM GEREÇLERİ SAN. VE TİC.LTD.ŞTİ.
Çakmak Cad.No.35 Güleç-4 Apt.1/3 MERSİN-TÜRKİYE
Tel.+90 324 2373218 -2373491 - 2383135 - 2390015
Fax.+90 233 61 00  e-mail: eges@egesegitim.com.tr
İLETİŞİM Eges education
Yaşatmak için yaşayan eges eğitim