TÜRK ULUSAL KURTULUŞ HAREKETİNİN BAŞLANGICI
"Türk'ün onuru ve gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir Ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyi.
Bu nedenle ya bağımsızlık, ya ölüm."
"Mustafa Kemal : Nutuk"
Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) 19 Mayıs
1919'da Samsun'a ne yapmaya gelmişti ?
Görünürde Gazi, Üçüncü Ordu'ya müfettiş
olarak atanmış pek büyük yetkilerle donatılmıştı. Mustafa
Kemal'i, Padişah VI.Mehmet, Anadolu'da asayişi sağlamakla
görevlendirmiştir.
İtilaf devletlerinin işgaline karşı
kafalardaki mayalaşma, tehlikeli boyutlara varmıştır. Sultan'ın
elçisi olan Gazi, ünlü Söylev'inde sonradan yazacağı gibi,
kafasında gerçekte bir "Millî Sır" taşımaktadır. İtilaf
devletlerince hasım ögelerin kaynaşmasını sınırlayıp önlemek
için, Anadolu'ya ayak basmış değildir. Aksine, belli etmekte
gecikmeyeceği amacı, yenilgi sonucu morali derinden derine
sarsılmış bulunan Ordu'ya güvenini yeniden kazandırmaktır.
Gazi'nin hedefi Anadolu Türk topraklarındaki
bütün direniş hareketlerini, tek bir otorite altında toplamayı
denemektir.
Savaşılması, yenilmesi gereken düşman,
sadece yabancı işgalci kuvvetler değildir. Bu hususla ilgili
olarak Gazi Mustafa Kemal'in kaleminden şunlar anlatılacaktır:
"Her ne pahasına olursa olsun, Osmanlı Hükümetine karşı,
Sultana karşı, halifeye karşı ayaklanmak ve ordu ile bütün
Milleti başkaldırıya götürmek gerekiyordu."
Gazi 19 Mayıs 1919 tarihinde yukarıdaki
sözlerinden ilerici, devrimci ve laik bir Cumhuriyet kurmayı
düşlediğini anlatır gibidir. "Millî Mücadele, başta Yurdu
yabancı işgalinden kurtarma amacıyla, geliştiği ve başarılar
kazandığı ölçüde, millî egemenliğe dayanan bir yönetimin
bütün ilke ve güçlerini gitgide seferber etmesi doğaldı."
Gazi Mustafa Kemal, Anadolu'ya gelir
gelmez, derhal usta bir manevracı olarak, kimi askeri şeflerin
desteğini aramaya girişti.
Gözde kişilikler, özellikle Kazım Karabekir
Paşa ile eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey Gazi'nin yanında
yer almışlardır. Keza çok kısa bir zaman içinde yani birkaç
hafta içinde Gazi, ulusal güçlerin hatırı sayılı bir bölümünü
kendi çevresinde toplamayı başarmıştır.
Böylece 22 Haziran 1919'dan başlayarak,
Amasya'dan gönderilen ve Türkiye'nin bütün yurtsever örgütlerine
seslenen bir genelge ile Milletin tehlikede olduğu ilan
edilmiş ve Ülkenin içinde bulunduğu feci duruma bir çare
bulmakla yükümlü bir millî kongrenin toplanacağını haber
verecek duruma gelinmiştir.
Anadolu'daki millî isyanın büyümekte
olduğunu değerlendiren Babıâli hükümeti Gazi Mustafa Kemal'in
İstanbul'a geri dönmesini teminen Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne
kesin bir emir yollayacaktır: "Sultan Hazretleri, Size hemen
İstanbul'a dönmenizi buyuruyorlar."
Gazi'nin, bu gözdağı verici emre cevabı
birkaç kelimeden ibaret olacaktır: "Milletin tam bağımsızlığını
elde edeceği güne kadar, Anadolu'da kalacağım" (8 Temmuz
1919).
Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti'nin
buyruklarına boyun eğmeyi reddetmekle kalmayıp, onu yaparken,
sadece müfettişlik görevlerinden değil, Ordudan ayrılmaya
da karar verir.
Artık Gazi Mustafa Kemal, resmi durumunun
gerektirdiği bağlılıklardan sıyrılmış bir halde, daha büyük
bir eylem özgürlüğüne sahiptir. Merkezi iktidarla bağlarını
kopardığı andan itibaren, ilk büyük siyasal kavgasını vermek
riskini göze alabilirdi.
Böylece 1919 Temmuz ayının sonlarına
doğru, Türkiye'nin doğu illerinden gelen ellidört temsilcinin
katılacağı Erzurum'da bir kongre örgütleyecektir. Bu ilk
siyasal savaş, aynı zamanda ilk siyasal zaferdir.
Fırtınalı tartışmalarla dolu bir ondört
gün yaşanırken Mustafa Kemal "halkın iradesine dayanan bir
Millî Meclis'in yaratılmasını ve gücünü yine aynı iradeden
alan bir hükümet kurulması" talebini kongreye kabul ettirir.
Kabul edilen önergeye göre; "Vatan tektir ve bölünemez.
Doğu Anadolu illeri, ortak bir anlaşma içinde, her türlü
yabancı işgal ya da müdahaleye karşı direneceklerdir.
Sultanın hükümeti, milletin bağımsızlığını
ve yurdun bütünlüğünü korumakta yetersiz görünürse, devlet
işlerinin yürütülmesini ele almak üzere, bir geçici hükümet
kurulacaktır."
Bir ay sonra, bu kez sadece Doğu illerinin
değil 4-11 Eylül 1919'da bütün ülkenin temsilcilerini bir
araya getiren bir ikinci kongre Sivas'ta toplanacaktır.
Sivas kongresinde, Sultan'ın İstanbul Hükümetinin izlediği
siyaset reddedilirken, Anadolu insanı kendi iradesi ile
kendi yönetimine karar vermiş oluyordu. Sivas'ta Kongreye
katılan kırk kişi Mustafa Kemal'in gözünde, Milletin bütününü
temsil etmekte kutsal ve tarihsel nitelik taşımaktadır.
İstanbul Hükümeti yabancı işgali ve
ülkenin çöküşü karşısında şaşkın haldedir. Anadolu'da gelişen
ulusal direniş hareketi ise ülkenin parçalanmasına karşı
faaliyetlerini hızlandırmıştır.
Bu arada Babıâli Hükümeti, Kemalist
direniş hareketini, kan ve yağmaya susamış İttihatçılar
topluluğu diye kamuoyuna takdim ederek başarısızlığa uğratmaya
çalışacaktır. Bu iftira kampanyasına işgalciler ve Batılı
basın da sahip çıkacak ve ortak olacaktır. Ortak işgal ve
ihanet cephesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, yoğun bir
şekilde, "Ermeni kıyımcıları" ve "militan Alman hayranları"
olarak nitelendirmektedir. İstanbul yanlılarının bu, ulusal
direniş karşıtı kampanyasında, İttihat ve Terakki Partisi'nin
maceracı ve sorumsuz politikalarından çok zarar gören toplumun
korkutulması amaçlanmıştır.
Ne var ki dost düşman herkes Anadolu'da
hızla gelişen Türk milliyetçiliğinin varlığından artık haberdardır.
Türk Milleti, Mondros mütarekesini
tevekkülle karşılamıştı. Fakat batılı devletlerin mütareke
şartlarını çiğnemeleri, azınlıkların taşkın hareketleri,
milletin bağrında derin yaralar açmaya başlamıştı.
Yeni kurulan dernekler, partiler, barışcı
yollarla kurtuluş çareleri arıyorlardı. Yapılan mitingler
ve protesto faaliyetlerinde hiçbir direnme fikri yoktu.
Memleketin bütünlüğünü korumak koşulu
ile büyük bir devletin himayesine girmek isteyenlerde vardı.
Padişah kurtuluşu, İngiltere'nin gölgesine sığınmakta ve
her türlü direnmeyi memleketin yüksek menfaatlerine aykırı
görüyordu.
Ulusal direnme fikri İzmir'in Yunanlılar
tarafından işgalinden sonra kuvvetlenmeye başlamış 19 Mayıs
1919'da Anadolu'ya ayak basan Mustafa Kemal bu fikrin ve
direnme hareketinin ateşini yakmıştır.
Başlangıçta İzmir bölgesinde silahla
direnenlere Kuva-yı Milliye (Millî Kuvvetler) adı verildi,
ardından bu ad bütün millî hareketleri kapsar hale geldi.
Kuva-yı Milliye'yi, çeteci sayan İstanbul
Hükümeti, Anadolu'daki bütün hareketlere Kuva-yı Milliye
adını vermekte yarar görüyordu.
Ancak Anadolu'daki direnme hareketi
yalnız bir savunmadan ibaret değildi. Bu hareket siyasal
ve sosyal yönleri de olması sebebiyle özünde Millî Mücadele
(Ulusal Kurtuluş) hareketi olarak gelişmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıkar
çıkmaz Kazım Karabekir ve Ali Fuat paşalarla irtibatlı olarak.
Eyleme geçerek her gittiği yerde tek kurtuluş yolunun düşmanla
doğrudan doğruya savaşmak olduğunu bunu ise ulusun kendisinin
başarabileceğini anlatıyor ve büyük ilgi görüyordu.
Gazi İstanbul'da plânladığı fikirlerinin
stratejik sistematiğini Samsun'da tamamladı.
Mustafa Kemal Paşa'nın saptadığı bu
stratejiyi "Nutuk" da anlattıklarına dayanarak anahatları
ile görmek gerekmektedir.
Mustafa Kemal Paşa, savaşı, devrimi
halka mal etmek istiyordu. Düşüncesinin hep bu yönde oluştuğu
anlaşılmaktadır. Düşmanla mücadeleyi doğaldır ki, Ordu yapacaktı.
Fakat Ordunun durumu o günlerde pek perişandı. Ateşkes hükümlerine
göre pek çok birlikler terhis edilmiş ve silah, cephane
ile diğer gereçler yenen devletlere teslim edilmişti. Lojistik
destek diye bir şey kalmamıştı. En önemlisi, Ordunun morali
bozuktu. Orduyu yaratan ulustur. Bu nedenle, ulusun ordusunun
yanında olması ve onu desteklemesi gerekirdi. Bu da ancak,
halka inmiş bir yönetimle sağlanacaktı. Daha önce geçirilen
demokrasi denemeleri ile halk yönetimi için ilk adımlar
atılmıştı. Bunlara dayanılarak yeni bir devlet kurulacaktı.
Bu devlet egemenlik hakkını ulustan alacak ve onun temsilcileri
ile yönetilecek, Ordu bu ulusal gücün arkasında ve emrinde
olacaktı. Ancak bu biçimde, halk, savaşı ve devrimleri onaylayacak
ve destekleyecektir. Bir hükümet darbesi ile yeni bir yönetim
kurmak mümkündür. Fakat, bu yönetim salt orduya dayanacağından
her zaman için tehlikelidir ve kısa ömürlüdür. Zaten Ordu
o tarihte ulus tarafından sevilmemektedir. Böylece zayıf
ve sevilmeyen bir orduya dayanan yönetimin ihtilali başarıya
ulaştırma imkânı yoktur. Yeni ve halkçı devlet kurmak tek
çaredir. Bu amaca ulaşmak için hemen örgütlenme başlayacaktır.
Yeni devletin kurulmasını İstanbul Hükümeti tepki ile karşılayacaktır.
Bu nedenlerle, iyice güçleninceye kadar Osmanlı Hükümeti
ile iyi geçinmeli, gerekirse padişahı ve halifeyi kurtarmak
gerekçesi ile örgütlenildiği belirtilmelidir.
İşte, Büyük "Nutuk"da da anlattığı
gibi Mustafa Kemal Paşa Samsun'dan Anadolu'nun içlerine
doğru yola çıktığı zaman bu stratejiyi uygulamaya başlamıştı.
İlk durak Havza ilçesi oldu. 25 Mayıs 1919'da vardığı Havza'da
Mustafa Kemal Paşa, bir genelge hazırladı. Bunu 9'uncu Ordu
Müfettişi imzası ile bütün yurttaki askerî ve sivil makamlara
gönderdi. Bu genelge ile bütün askerî ve sivil yöneticilerden,
bulundukları yerlerde bir an önce işgal olaylarını protesto
etmek için geniş destekli mitingler tertip etmeleri, ulusal
dernekler kurup halka felaketin büyüklüğünü anlatmaları
ve bu işleri köylere kadar yaymaları isteniyordu. 28-29
Mayıs günü gönderilen bu genelgeye pek çok yerdeki yöneticiler
uydular ve büyük mitingler düzenlediler. Özellikle İstanbul'daki
mitingler pek heyecanlı oldu. İşgal devletleri buna sert
tepki göstererek. İngilizler tutuklu bulunan 67 Türk devlet
adamını Malta'ya sürdüler.
Mitingler, İzmir'in işgaline gösterilen
olumlu tepkilerle birleşince Gazi'nin umudunu daha da artırmıştı.
Özellikle Havza'da halktan gördüğü yakın ilgi O'na güven
veriyordu. Çizdiği stratejinin önderi olarak başta bulunabileceğini
anlamıştı. Zaten kendisinden başka kimse bu plânı yürütemezdi.
Mustafa Kemal Paşa, Havza'da bir taraftan
askeri işlerle de uğraştı. Bütün kolordu komutanları ile
temas kurdu. Birliklerin yerlerini ve güçlerini saptadı
ve işgal halinde komutanlara gerekli tedbirleri almalarını
telkin etti. Gerilla ve milis örgütleri kurulmasına komutanları
teşvik etti. Onlarda karşı koyma düşüncelerinin yerleşmesi
için gerekli açıklamalarda bulundu. Gelen cevaplara göre,
komutanları değerlendirdi. İçlerinde kendi düşüncelerine
aykırı düşenleri, yetkilerine dayanarak işten uzaklaştırdı
ya da böylelerinin hareketlerini sıkı denetim altına aldı.
Bir ay içinde yaptığı çalışmalar, önemli
zorluklara rağmen başarılı oldu. Halk ve Ordu karşı koyma
fikrine alışmaya başlamıştı. Şimdi artık durumdan yararlanarak,
bütün girişimlerin ulusun adına yapıldığının halka anlatılması
ve ulusun bu girişimlerin içine girmesinin sağlanması gerekiyordu.
Tarihsel "Amasya Tamimi" bu uğurda atılmış ilk adımdır.
Mustafa Kemal Paşa'nın Havza'daki etkinliği
İstanbul Hükümetini iyice kuşkulandırdı. 8 Haziran tarihinde
Harbiye Nezareti'nin kendisini geri çağırması üzerine Mustafa
Kemal Paşa, o güne kadar "Ordu Müfettişi" sıfatı ile bütün
kişisel ağırlığını ortaya koyarak hareket etmişti. Şimdi
bu sıfatının tehlikeye düştüğünü görüyordu. Bu nedenle giriştiği
eylemi kişisel olmaktan çıkarıp, halka maletmekte acele
etmek gerekiyordu. Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap
verdi ve 12 Haziran 1919'da Amasya'ya vardı. Halk kendisini
coşkun bir heyecanla karşıladı. 14 Haziranda Amasyada "Müdafaa-i
Hukuk" Derneği kuruldu. Bu dernek çerçevesinde yaptığı çalışmalardan
sonra Mustafa Kemal Paşa 22-23 Haziran günü tarihsel Amasya
Tamimini (Genelgesini) yayınladı. Bu tamimin yayınlandığı
gün, Anadolu İhtilalinin gerçek başlangıç tarihidir. Pek
çok bilim adamı bu kısa genelgeyi bir "ihtilal beyannamesi"olarak
kabul etmektedirler. Bu nedenle tamimi inceleyip açıklamak
gerekirse bu önemli tamim şöyledir;
"1-Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı
tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi
altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukların gereğini
yerine getirmemektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş tanıttırıyor.
Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır.
Ulusun durumunu saptamak ve haklı sesini dünyaya işittirmek
için her türlü etki ve denetimden uzak bir ulusal kurulun
varlığı şarttır. Bunun için habeleşme yolu ile her taraftan
gelecek ulusal öneri ve istekler üzerine, Anadolu'nun en
güven verici yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin acele
olarak toplanması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla bütün Osmanlı
illerinin her livasından, parti anlaşmazlıkları gözönünde
tutulmadan, yetenekli ve ulusun inancını sağlamış, üç kadar
kişinin hızla yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale
karşı bunun ulusal bir sır olarak saklanması, dağdağaya
yer verilmemesi, gerekli görülen yerlerde yolculuğun gizli
tutulması.
2-Doğu illeri adına, 10 Temmuz'da Erzurum'da
toplanması kararlaştırılmış kongre için, adı geçen illerin
Müdafaa-i Hukuk-i milliye ve Redd-i İlhak derneklerinden
seçilen üyeler, zaten Erzurum'a doğru yola çıkarılmışlardır.
O zamana kadar diğer illerimizin de temsilcileri Sivas'a
ulaşabileceklerinden, Erzurum Kongresinin üyeleri, uygun
görecekleri tarihte, genel toplantıya katılmak üzere, Sivas'a
hareket edeceklerdir.
3-Yukarıdaki hükümlere göre temsilciler,
Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak dernekleri ve belediyeler
tarafından ve diğer şekillerde seçileceklerdir.
4-Bu kararların uygulanmasına 9'uncu
Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, eski Harbiye Nazırı (Deniz
Kuvvetleri Bakanı) Hüseyin Rauf Bey, 15'inci Kolordu Komutanı
Kazım Karabekir Paşa, 13'üncü Kolordu Komutan Vekili Albay
Cevdet ve 3'üncü Kolordu Komutanı Albay Refet Bey, Canik
Mutasarrıfı Hamit Bey, 2'nci Ordu Müfettişi Ferik Cemal
Paşa, (Korgeneral), 12'nci Kolordu Komutanı Albay Selahattin
Bey, 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Bursa'da 17'nci
Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey, Edirne'de Kolordu
Komutanı Albay Cafer Tayyar Bey ve diğer bazı sivil ve askeri
önemli kişilerce çalışılacaktır. Bundan başka Başvezir Müşir
Ahmet İzzet Paşa (Mareşal), Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı)
Ferit Bey ve Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey gibi kişilerin
düşünce ve görüşleri alınacaktır.
5-Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk-i
milliye derneklerinin verecekleri telgrafların, yalnız telgrafhanelerde
kabul edilerek, çekilmemesi, Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğünden
bildirilmiştir. Bu, kesin olarak reddedilecek ve haberleşmenin
mutlak olarak serbestçe yapılmasının sağlanması için gösterilerde
bulunulacak ve bu sağlanıncaya kadar gösterilere devam edilecektir.
6-Askeri ve ulusal örgütler hiç bir
biçimde lağvedilmeyecektir. Komuta hiç bir biçimde terkedilmeyecek
ve başkalarına verilmeyecektir. Vatanın herhangi bir yanına
yeniden gelecek düşman işgal eylemleri, bütün orduyu ilgilendirecek
ve meydana gelecek duruma göre yurdun savunmasına hep birlikte
girişilecektir. Bu nedenle komutanlar derhal birbirlerine
haber vereceklerdir. Silah, cephane ve diğer araçlar hiç
bir biçimde elden çıkarılmayacaktır".
Tamimi imza edenler: Mustafa Kemal
Paşa, Rauf Bey (Orbay), Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey
(Bele). Bu kişilerden başka Kazım Karabekir ve Cemal (Mersinli)
paşaların da telgrafla onayları alınmıştır.
Bu çok önemli Tamim incelenirse aşağıdaki
sonuçlara varılabilir:
-Mustafa Kemal Paşa İhtilal stratejisinin
ilk adımını atmıştır. Vatan parçalanmaktadır. Ulusun bağımsızlığı
tehlikededir. Osmanlı Hükümeti bu felaketi önlemek yeteneğinde
değildir. Türk ulusu, bu hükümetten artık hiç bir girişim
beklememeli ve kendi işini kendisi görmelidir. Bu her tarafa
ilan ediliyor. Yani Osmanlı Devletine karşı gelmenin gerekçesi
hazırlanıyordu.
-Bu amacı gerçekleştirme işi, yurdun
her yanında kurulmuş olan ulusal derneklere verilmiştir.
Bu dernekler ve belediyeler, kendi yönetim birimlerinin
kapsadığı alan içinde üçer kişiyi temsilci olarak seçip,
Sivas'ta toplanacak ulusal kongreye göndereceklerdir. Böylece
hem ulusal dernekler birleşip tek bir kuruluş haline gelecek,
hem de seçilecek kimselerin herhangi bir siyasal partiye
bağlı olup olmaması önemli görülmediğinden, Kongre'de tam
bir dayanışma havası esebilecektir.
-Toplanacak Kongre, yeni bir devlet
kurulmasının ilk adımıdır.
-İstanbul Hükümetinin bu kongrenin
toplanmasını engellemek için aldığı haberleşme yasakları
dinlenmeyecektir. Böylece Anadolu ile İstanbul arasındaki
son bağların kopması yolu açılmıştır.
-En önemlisi, Amasya'da alınan kararların
uygulanması ile Ordunun görevlendirilmesidir. Böylece Ordu,
İhtilal eyleminin içine çekilmektedir.
Mustafa Kemal Paşa Üçüncü Ordu Müfettişi
olarak Samsun'a çıktığı zaman Anadolu iki büyük kongrenin
eşiğinde bulunmaktaydı. Batı Anadolu'yu Yunan işgalinden
kurtarmak isteyen mahallî teşkilâtlar Balıkesir'de, Doğu'da
bir Ermenistan kurulmasını önlemeğe çalışanlar ise Erzurum'da
toplanacaklardı. Samsun'dan Amasya'ya geçen Gazi, orada
millî bir hareket taraftarı olan Ali Fuat Paşa, Rauf Bey,
Refet Paşa, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey ile bir araya gelerek
dört hususta mutabakata vardı. Toplantıya katılamayan ve
fakat desteklerinin sağlanması gerekli olan XV. Kolordu
Kumandanı Kazım Karabekir Paşa ve Konya Yıldırım Kıtaları
Müfettişi Mersinli Cemal Paşa'ya telgrafla danışılarak onların
da alınan kararlara katılması mümkün kılındı.
Görüldüğü gibi Amasya kararları, bir
yandan milliyetçi bir siyasi hareketin örgütlenmesine çalışırken
diğer yandan mevcut askeri teşkilâtın milliyetçilerin emrinde
olması amacını güdüyordu. Kararların Amasya'da alınmasına
rağmen, zeminin İstanbul'da daha önceki tarihlerde hazırlanmış
olduğunu da belirtmeye gerek yoktur. Mustafa Kemal Paşa,
Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve Rauf Bey birbirlerini yakından
tanıyan kimselerdi ve millî bir hareket düzenlemek için
Anadolu'ya geçmeğe İstanbul'da iken karar vermişlerdi.
Erzurum kongresi 23 Temmuz 1919'da
toplandı. Doğu Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin
bir merkezde birleştirilmesi için toplanan Kongre, aldığı
kararlar itibarile Millî Mücadelenin prensiplerini de ortaya
koyan ilk kongre olmuştur. Alınan kararları tekrar özetlemek
gerekirse;
"a) Millî hudutlar dahilinde vatan
bölünmez bir bütündür.
b) Yabancıların işgal ve müdahalesini
Osmanlı Devleti önleyemezse millet önleyecektir.
c) İstanbul Hükümeti vatanı ve bağımsızlığı
koruyamazsa, bunu millî kongrece seçilmiş bir hükümet, kongre
toplantı halinde değilse, kongrenin devamlı temsilcisi Heyeti
Temsiliyenin seçeceği bir hükümet yapacaktır.
d) Kuva-yı Milliyeyi millî iradeye
hakim kılmak esastır.
e) Azınlıklara millî egemenliğimizi
zedeleyici imtiyazlar verilemez.
f) Manda ve himaye kabul olunamaz.
g) Millî Meclisin derhal toplanması
ve hükümet icraatının meclisin murakabesine konulması için
çalışılacaktır."
--Bir millî devletin ana unsurlarının
bu kararlarda kapsandığı görülecektir: Millî hudutlar, milletin
kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkı ve topraklar
üzerinde mutlak egemenlik esas alınacaktır. Ayrıca Kongrenin
devamını bir temsil heyetiyle sağlamış olması mücadelenin
bir önderler heyeti tarafından yürütüleceğini ortaya koymuş
oluyordu.
4 ile 12 Eylül arasında toplanan Sivas
Kongresi Doğu ve Batıdaki Müdafaa-i Hukuk teşekküllerinin
bir merkeze bağlanmasını mümkün kılmıştır. Kongrede alınan
kararlar Erzurum Kongresi kararlarını benimsemek mahiyetinde
olmuştur. Daha geniş bir Heyeti Temsiliye seçilmiş ve başkanlığına
Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Bu tarihten sonra bütün
Anadolu'nun milliyetçi örgütü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti olacaktır. Ancak haberleşme güçlüklerinden,
Sivas Kongresinin mahiyetinin anlaşılamamış olmasından ve
bazı teşkilâtların Sivas'ın kendilerini temsil hakkını haiz
olduğunu kabul etmemelerinden dolayı, Cemiyet millî hareketin
tek örgütü olduğunu hemen benimsetememiştir. Bu husus, Mustafa
Kemal Paşa'nın sözlerinden de anlaşılmaktadır:
" Maahaza, bu tarihlerde henüz bazı
yerlerde maksadın tamamen anlaşılamadığı görülüyordu. Mesala,
Reddi İlhak Heyetlerinin kendi namlarına tebligatta bulunmakta
olduğu ve 10 Teşrinievvel 1919 tarihine Reddi İlhak Cemiyeti
Reisi imzasıyla, Teşrinievvelin yirmisinde bir büyük kongre
içtima edeceği ve bu kongreye iki murahhas izamı vilayetlerden
talebediliyor ve bir takım tedbirler icrası bildiriliyordu."
Buna karşılık, önemli bir olay İstanbul'daki
Meclisi Mebusan'da Müdafaa-i Hukuk Hareketini destekleyen
Felah-ı Vatan grubunun 28 Ocak 1920'de Meclis'e Misakı Millî
isimli belgeyi onaylatmış olmasıdır. Bu suretle Anadolu
Hareketinin amaçları İstanbul'daki teşrii organca da benimsenmiş
oluyor, milliyetçilerle Saray ve Kabine karşı karşıya kalıyordu.
Zaten 16 Mart 1920'de cereyan eden İngiliz işgalinden sonra
İstanbul'daki Meclis kapanmış ve ileri gelenler Malta'ya
sürülmüşlerdi. Milliyetçi üyelerin bir kısmı da Anadolu'ya
geçerek Müdafaai Hukukçulara katılmışlardır.
Meclisi Mebusan'ın kapatılması, milliyetçilerin
eline bir koz vermişti. Meclis İngilizler'in baskısıyla
kapatıldığına göre, dış etkilerden uzak bir yerde millî
bir meclisin açılmaması için artık hiçbir sebep yoktu. Milliyetçiler
esasen bir meclis açmayı tasarlamalarına rağmen İstanbul
Meclisinin kapanması, kendilerinin meclis açmalarını engelleyecek
son sebebi de ortadan kaldırmış oldu.
Osmanlı Meşrutiyeti kahramanca ölmüştür.
Büyük savaşta cephelerde dövüşe dövüşe, Mütareke de düşman
istilasına karşı haykırarak son nefesini vermiştir.
Bu sonuç, büyük Türk imparatorlukları
için ortak bir kaderdir. Türk milleti bir yerde devlet kurmuş,
çevresini almış, büyük ve fethettiği memleketlerin halkı
fatih milletin üstünde, onu içinden yemeye ve kemirmeye
çalışan kurtlar halinde kabuklaşmışlardır. Nihayet yenme
ve kemirilme Türk unsuru için bir hayat meselesi önemini
almıştır. O zaman da Türk milleti silkinmiş ve bütün bu
kurtlardan kurtularak kendi kendine kalmış saf bir kitle
olarak yeni bir devlet kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'ndan
Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş de bu tarihi kaderin bir tekrarlanmasıdır.
İşte iki belge ki, son Osmanlı Mebusan
Meclisi ile ilk T.B.M.M.'ni tarih önünde bütünleştirmiştir.
1-İmparatorluğun yabancı unsurlarından
kurtulan Türk milleti, umumi savaştan sonra hükümetin karışma
imkânını bulamadan yapılmış seçimde hür bir şekilde milletvekillerini
göndermiş ve bu şekilde idaresi hala imparatorluk yıkıntısından
insanlar ve zihniyetlerle işleyen hükümetin karşısında saf
ve karışmamış bir Millet Meclisi meydana gelmişti.
Bu Meclis'in havsalası, mertlik meydanında
dövüşerek yenilmiş bir millet ve devletin ölüme mahkum edilmesini
bir türlü alamamış ve temsil ettiği milletin barış şartlarını
"Millî Misak-Millî Ahit" adı altında bir beyannamede toplayarak,
17 Şubat 1336 (1920) tarihinde dünyaya ilân etmiştir.
"Aşağıya imzalarını koyan Osmanlı Mebusan
Meclisi azaları, devlet ve milletin istikbalinin haklı ve
devamlı bir sulha kavuşabilmesi için kabul edebileceği fedakarlığın
en ileri haddini gösteren aşağıdaki esaslara tamamiyle uyulmasının
sağlanması ile mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında sağlam
bir Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin vücudunun mümkün bulunmadığını
kabul ve tasdik etmişlerdir:
"Madde 1-Osmanlı devletinin sadece
Arap çoğunluğunun oturdukları ve 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin
imzası sırasında düşman ordularının işgali altında kalan
kısımlarının mukadderatının, ahalinin serbestçe verecekleri
reye uygun olarak tayin edilmesi gerektiğinden, adı geçen
mütareke hudutları içinde din, ırk ve soyca birlik olan,
birbirine karşılıklı saygı ve fedakarlık hisleriyle dolu
bulunan, gelenek ve içtimai hukukuyla yaşadıkları muhitin
şartlarına tamamıyla uyan Osmanlı İslam ekseriyetini oturdukları
kısımların hepsi hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılık
kabul etmez bir bütündür.
"Madde 2-Ahalisi ile serbest kaldıkları
zamanda amme reyi ile ana vatana katılmış olan 'elviveyi
selase' -Kars, Ardahan ve Batum-için icap ettiği takdirde
tekrar serbestçe amme reyine müracaat edilmesini kabul ederiz.
"Madde 3-Türkiye ile yapılacak sulha
bırakılan Garbi (Batı) Trakya'nın hukuki vaziyetinin tespiti
de, halkının tam bir hürriyetle verecekleri reye göre yapılmalıdır.
"Madde 4-İslam hilafetinin merkezi
ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı hükümetinin merkezi olan
İstanbul şehri ile Marmara Denizi'nin emniyeti her türlü
ihlâlden korunmuş olmalıdır.
"Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz
ve Karadeniz boğazlarının umum ticaret ve münakalata (ulaştırmaya)
açılması hakkında bizimle diğer bütün alakadar devletlerin
ittifakla verecekleri karar muteberdir.
"Madde 5-İtilaf devletleri ile hasımları
ve bazı müşavirleri arasında kararlaştırılan anlaşma esasları
içinde azınlıkların hukuku, civarda bulunan memleketlerdeki
Müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifadeleri emniyetiyle
tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.
"Madde 6-Millî ve iktisadî inkişafımız
imkân dairesine girmek ve daha asri, muntazam bir idare
şeklinde işlerin yürütülmesine muvaffak olabilmek için her
devlet gibi bizim de inkişafımızın temelinde istiklal ve
tam serbestliğe sahip olmamız, hayat ve bekamızın temel
ve esasıdır. Bu sebeple siyasî, adlî, malî inkişafımızı
önleyen kayıtlara muhalifiz. Gerçekleşecek borçlarımızın
ödeme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
29 Kanunsani (Ocak),336 (1920)"
İşte bir belge ki, insana hemen Fransız
Devrimi'nin "İnsan Hakları Beyannamesi"ni hatırlatmaktadır.
Gerek "Millî Misak" ve gerek "İnsan
Hakları Beyannamesi" aynı kaynaktan, milliyet prensibinden
ilham almışlardır. Her ikisi de milletlerin, mağlup veya
galip olsunlar, hür ve bağımsız yaşamalarını bir hayat kaidesi
olarak kabul etmişlerdir. Her ikisi de millî varlığı mukaddes,
parçalanmaz, el uzatılmaz saymışlardır.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kabul
ve ilân ettiği "Millî Misak" beyannamesi bu bakımdan, insanlık
tarihinin ortak eseri niteliğindedir.
"Millî Misak"ın bu insan ve millet
hakkını ilân eden prensibi yanında Osmanlı İmparatorluğu'nun
şüphesiz tam bir tasfiye senedi olması niteliği de vardır.
Bu beyannameyle imparatorluk içindeki
bütün Türk olmayan unsurlar ayrılmakta, "Din, ırk, soy bakımından
bir olan" kitlenin, yani Türk kitlesinin tamlığı tanınmaktadır.
Türk milleti hiçbir kayda bağlı olmadan
yeni bir devlet kurmaya karar vermiştir. Bu devletin temelini
Türk milleti oluşturacaktır. 19 Mayıs 1919'dan bu yana aradan
geçen 80 yıla rağmen, bugün de üniter ve laik Türk Cumhuriyeti'ni
bölmeye ve yıkmaya yönelik, yelpazesi ve gerekçesi ne olursa
olsun her türlü iç ve dış tehditlere ve düşmanlara karşı
büyük Türk Ulusu, Türk Vatanı'nın ve Devleti'nin bütünlüğü
ve birliğini dolayısıyla bekasını koruyacaktır.
1919'da olduğu gibi bundan böyle dünyada
ve bölgede ne tür gelişme ve değişmeler yaşanırsa yaşansın
Türk Ulusu'nun, kendine, vatanına ve devletine düşman olan
tüm hareket, gayret ve unsurlara karşı gereğinde topyekün
bir "Beka Savaşı"nı yapmaktan asla çekinmeyeceğine tarih
yakın tanıktır.
DR. MEHMET ATAY
Siyaset Bilimi Doktoru, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı.
|